TÜRKLÜĞE SAVAŞ AÇAN TÜRKİYELİLER
Reşat Nuri Güntekin, Maarif Vekaleti ( Milli Eğitim Bakanlığı ) Müfettişliği dönemi ( 1927-1939 ) anılarını Anadolu Notları adıyla kitaplaştıracaktır. Anadolu Notları, 1930’ lu yılların Türkiye’sinin, usta yazarın kaleminden sosyoekonomik panoramasıdır. Şehirlerarası ulaşımın güçlükle sağlandığı, bırakın kasabaları, il merkezlerinde han bozması otellerin zor bulunduğu bir dönemden bahsediyoruz.
Türk köylüsü, kasaba eşrafı, sıradan insanlar, taşra sosyolojisi, bürokrasi, Anadolu’da günlük yaşam, büyük yazarın usta kaleminden yalın bir gerçeklikle yansıtılır. Peş peşe gelen savaşların yoksullaştırdığı insanlar, savaş zenginleri, değişen toplumsal yaşam, derin anlamlar taşıyan basit cümlelerle anlatılır.
Kahvehaneler, Güntekin’e göre, sınıf farkını ortadan kaldıran, zenginle yoksulu buluşturan sosyal mekanlardır. Kasabanın nabzının attığı, kamuoyunun oluşmasına birincil derecede etki eden mekanlar olarak Anadolu Notlarında hayli yer tutar. Anadolu irfanından, halkın şaşmaz sağ duyusundan, sezgisinden bahsederken, arada bir geçmişe giderek, Cumhuriyet öncesi anılara ve kişilere yer verir.
Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimini anlatan senaryo yazmak için ülkemize gelen Rus yazar Zarhi ile batı illerine yaptıkları geziye ilişkin bölüm, yazarın yukarıda bahsettiğimiz düşüncesinin sahada doğrulanması olarak okunmalıdır. Uludağ’a çıkarken, yoğun sis nedeniyle sığındıkları bir köy kahvesinde yaşananları yazarın kaleminden alıntılayalım:
“Biraz sonra kahveye birkaç köylü geldi. Bunlar, kayak mevsiminde Uludağ’dan hiç eksik olmayan yabancılara, bilhassa Almanlara alışıktılar, Zarhi’yi de sporcu sanıyorlar, ona kahve ile beraber sigara ve üvez ikram ediyorlardı. Fakat Zarhi’yi en ziyade ak sakallı bir ihtiyarın, işgalde nasıl bu tepelere doğru çekildiklerine, sonra büyük öç gününde nasıl tekrar ovaya indiklerine dair anlattığı birkaç olay alakadar etti. Yol arkadaşım, benim çevirimden çok, köylünün bakışlarına, ağır ve asil jestlerindeki manaya dikkat ediyordu. Bana:
- Çevirmeseniz de hemen hemen anlayacak, olayı takip edecek gibiyim, dedi. Anlatımdaki bu muhteşem sadelik ( simplicite magistrale ) derin bir irfan temeline ( fonds de sagesse ) ve hemen bir kültüre delalet ediyor. Türkiye’de bu tipe ne kadar çok tesadüf ettim.”
Reşat Nuri, Zarhi’ den, Ömer Seyfettin’e geçerek, İki farklı dönemde, iki farklı çevrede geçen olaylar arasındaki ortak paydayı okurlarına nakletmek ister:
“Hikaye eskidir. Büyük harp yıllarına ( 1914-1918 ) ait. Ömer, mekteplerden birinde edebiyat öğretmeni idi. Ömer’i yakından tanımış olanlar pek iyi bilirler; bazen bir şeyi diline dolar, günlerce onu tekrar ederdi. O zaman da bir şey tutturmuştu: İlim başka, irfan başka…Arif başka, alim başka” diyordu.
Derin bilgisi ve çok okumasıyla tanınan bir öğretmen arkadaş bir gün Ömer’e takılmak istedi: “Ömer Bey, ilim başka irfan başka, diyorsunuz, ben buna pek akıl erdiremiyorum. Lütfedin de bunu bana bir anlatın” dedi.
Ömer,” Başkadır cancağızım, dedi, kızmazsanız bir misalle anlatayım. Mesela siz çok okumuşsunuz, alimsiniz, fakat arif değilsiniz. Bizim serhademe okumamıştır. Binaenaleyh alim değildir, fakat ariftir.”
Muallim arkadaş biraz bozuldu. Fakat Ömer darılacak bir insan olmadığı için renk vermedi, herkesle beraber gülüp geçti.
Sekiz, on gün kadar sonraydı. Ömer, bir gün muallimler odasına sevinçli bir haberle geldi: “ Müjde, diyordu. Avusturya’dan 200 vagon şeker geliyormuş… Şeker, dehşetli ucuzlayacak.”
Ömer, sık sık İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisine gidip geldiği için diğer bazı arkadaşlarla beraber alim dediğimiz arkadaş da habere inandı ve memnuniyet gösterdi.
Bir iki dakika sonra odaya giren serhademeye Ömer, aynı haberi tekrar etti. Fakat o, pek seviniyor gibi görünmedi, terbiyeli bir tavırla: “ İnanma beyim; yem borusudur bu. Avusturya şekeri bulsa kendisi yer!” dedi.
Ömer, çocuk gibi ellerin çırparak zıplamağa başladı. Alim arkadaşa: “ Yalan mı söylemişim cancağızım, dedi ,bak siz bütün ilminize rağmen bu habere inandınız. Fakat o, yutmadı cancağızım. Çünkü onda ilim yok amma irfan var.”
Yüz yıl öncesinin muallimlerinde, irfan yoksa da ilim varmış. Robenson’un Cumalarına dönüşen Günümüzün Türkiyelileri, irfandan nasiplerini almadıkları gibi, onca afra tafralarına rağmen ilmin de zerresine sahip değiller. Ömer Seyfettin yaşasaydı, bu ilimsiz irfansız Türklük düşmanı Cumalar için kim bilir neler yazardı!
Av. Hüseyin Özbek