MANKURTLAŞIRSAN YOK OLURSUN
Türk dünyasının edebiyat aksakalı Cengiz Aytmatov, 10 Haziran 2008’de 80 yaşında aramızdan ayrıldı. Onu, Kırgızistan’ın Tanrı dağları eteğindeki Şekerköy’den alıp, dünya edebiyatının zirvelerine taşıyan özelliği, ulusal kimliğe sırt dönmeden evrensele ulaşabilmenin sihrini keşfetmiş olmasında yatar. O, öncelikle halkının kültür kodlarını, Manas Destanı ve Kırgız efsanelerinden beslenen ruhunu iyi bilmektedir. Halk pınarından, ulusal kültürden aldıkları, onun hayal gücü, düşünce derinliği ve anlatım yeteneği ile birleşince, Cengiz Aytmatov gibi büyük bir yazar ortaya çıkacaktır.
Aytmatov’un roman ve öykülerinin bir çoğunda çevre Kırgızistan kırsalı, köyleri, kasabalarıdır. Ama yazarın ele aldığı konuları işleyiş ustalığı, yarattığı karakterler, dil ve anlatımla bir bakarsınız ki ülke sınırları çoktan aşılmış, tüm dünya hatta evren romanın içine girmiştir. Aytmatov’un veterinerliği, Kopar Zincirlerini Gülsarı, Dişi Kurdun Rüyaları, Deniz Kıyısında Koşan Alaköpek gibi roman ve öykülerindeki hayvan karakterlerinin tasviri ve iç dünyalarını canlandırmadaki başarısının bir diğer boyutudur.
İki paragraflık girişten sonra sözü Aytmatov’un, Gün Olur Asra Bedel romanına getirmenin zamanıdır. 1980 yılında, SSCB dağılmadan yazılan roman, Kazakistan’ın Sarı Özek Bozkırındaki küçük bir tren istasyonunda geçen 24 saati anlatmaktadır. Romandaki geriye gidiş gelişler ve eski dönemlerin muhasebesiyle, yüzyıldan daha uzun süren bir 24 saat! Romanda geçen Mankurt ve Mankurtlaşma, kısa zamanda edebiyat dünyasının dışına çıkacak, siyasal, sosyolojik, psikokültürel bir terminoloji olarak kullanılmaya başlayacaktır.
Mankurt söylencesine yol açan efsaneyi kısaca özetleyelim :
“Çok eski dönemlerde Naymanların ve diğer Türk boylarının komşusu Juan Juanlar tutsak aldıkları savaş esirlerinin saçlarını usturayla kazıdıktan sonra kafalarına yaş deve derisinden başlık geçirip çöle salarlar. Çöl sıcağında geçen süre içinde kuruyan deve derisi tutsağın kafasını mengene misali sıkmaya ve korkunç acılar vermeye başlar. Saçlar, kuruyan deve derisinden başlığın etkisiyle kafatasının içine doğru gelişir. Tutsakların çoğu bu korkunç acıya ve kızgın çöle dayanamayarak ölür. Yaşayanlar ise beyne basınç yapan deri başlığın etkisiyle bellek sıfırlanıp, bilinç yitirildiği için geçmişe ilişkin hiçbir şey hatırlamazlar. Geçmişlerini, ailesini, obasını, ulusal köklerini tamamen unutur, aidiyet duygularını kaybederler. Bu, kafası boş, bedenleri sağlam tutsaklar efendilerine tam bir köle itaatiyle bağlanırlar. En ağır işlerde çalıştırılırlar. Onlar artık, birer Mankurttur. Kırgızlar arasında bir ermiş olarak kabul edilen Nayman Ana, eski çağlarda, tutsak düşüp Mankurtlaşan bir gencin anasıdır. Nayman Ana, uzun bir arayıştan sonra tutsak oğlunun izini bulur. Çölde deve çobanlığı yapan oğluna geçmişini hatırlatmaya çalışır. Ana sıcaklığını kullanarak kendine gelmesi için çabalar. Ama ne yapsa boşunadır. Çünkü Mankurtluktan dönüş olanaksızdır. Mankurt oğul, kendine gelmesi, geçmişi hatırlaması için günlerce çaba gösteren öz anasını, efendisi buyruk verdiği an oklayıp öldürür. Mankurt oğul tarafından öldürülen Nayman Ana’nın trajik sonu, ileriki dönemlerde topluma mal olur, bir çok destana, efsaneye kaynaklık eder. Nayman Ana’nın defnedildiği yer, yani gömütlüğü ise tüm Kırgızlarca kutsal bir ziyaret yerine dönüştürülür. Efsanesi de kuşaktan kuşağa günümüze kadar ulaşır.”
Aytmatov, SSCB döneminde yazdığı romanında, efsaneleri kullanarak, milletinin, kişilik ve kimlik kaybıyla Mankurtlaşmaması için edebiyatın gücünü kullanmıştır. Bunda da son derece başarılı olmuştur. Romanda, Sovyet rejiminin, Türk halklarını, ulusal köklerinden koparmaya yönelik asimilasyon politikaları, efsane ve mitolojik ögeler kullanılarak ustaca eleştirilmektedir. Bu yönüyle Aytmatov’a romanları ve öyküleriyle, Kırgızların 20.yüzyıldaki en büyük Manasçısı denebilir. O, Kırgızlara ve diğer Türk kökenli halklara, görkemli kültürel geçmişlerini, milli köklerini hatırlatan, sanatsal elektroşokla derin bilinçaltlarının hareke geçmesine öncülük eden bir bilgedir.
Kırgızistan’ı orada bırakıp sözü günümüz Türkiye’sine yönelik Mankurtlaştırma projesine getirelim. Toplulukları ulus haline getiren milli bilinci yok ederek, Türkleri postmodern Mankurt sürüsüne dönüştürmeye yönelik kültürel operasyonlar son dönemde yoğunlaşarak sürmektedir. Yazılımı emperyal merkezlerce yapılan stratejinin özü, ilk aşamada Türk yerine Türkiyelilik, Türk Milleti yerine Anadolu Halkları önermeleridir. Türk kimliği merkezli, sosyolojik ve tarihsel bir geçeklik olan Türklük paydasının ortadan kaldırılması durumunda imamesi düşmüş 99 luk tesbih misali gerisi kendiliğinden gelecektir. Dağılma ve yok olma !
Ölümünün 15.yılında, Aytmatov’un tarihsel uyarısına kulak verelim. Emperyal kumpası bir kez daha tersyüz etmenin, bireysel ve toplumsal Mankurtlaşmaya karşı milli kimliğe sıkıca sarılmaktan geçtiğini de asla unutmayalım!