BAROLARIN HUKUK VE DEMOKRASİ SINAVI
Av.Hüseyin Özbek
Barolar, savunmayı temsil eden avukatların meslek örgütleridir. Hak arama ve savunma mesleğine ilişkin mevzuatın ana kaynakları, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Kanunu Yönetmeliğidir. Sav-Savunma-karar üçlüsünden oluşan yargısal faaliyetin savunma ayağını oluşturan avukatlığa ilişkin bağlayıcı /emredici düzenlemeler mesleğin doğası gereğidir. Avukatlık ruhsatının baro huzurunda; “ Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim” şeklindeki mesleğe giriş andı içilmeden verilmemesi üzerinde düşünülmelidir.
Avukatlık Kanununun Baroların kuruluş ve nitelikleri başlıklı 76.maddesinde; “Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlâkını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.” Şeklinde tanımlanması,
Avukatlık Kanununun Yönetim Kurulunun Görevleri başlıkla 95.maddesinde; “1-Avukatlık onurunun ve meslek düzeninin korunmasını, meslekin adalet amaçlarına uygun olarak bağlılık ve onurla yapılmasını sağlamak, 21-Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak” olarak belirtilmesi, baroların meslek örgütü olmanın ötesine geçen, hak ve sorumluluklarını göstermektedir.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarının, HSK’nın, yargı bürokrasisinin oluşumunda, siyasi iktidarın belirleyiciliğinin, yargısal tarafsızlığı ortadan kaldıracak boyutlara ulaştığı bilinen bir gerçekliktir. Yasama, yürütme yargı arasındaki karşılıklı denge denetim sisteminin, yani kuvvetler ayrılığının 2017 sonrası ortadan kaldırılmasıyla geçilen tek kişi/reis rejimiyle Türkiye, demokrasi liginden küme düşmüş bir ülke görünümündedir.
2017 referandumu sonrası yasamanın etkisizleşmesiyle, tek kişi/tek lider iradesinin, Gazi Meclis’in temsil ettiği milli iradenin, önüne geçmesi, Türkiye’nin, Anayasal Devlet olmaktan çıkarılıp Anayasalı Devlet haline getirilmesi, Anayasa başta olmak üzere, hukuku ve yargıyı büyük ölçüde anlamsızlaştırmıştır.
Yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı, yargıya güvenin giderek düştüğü bir süreçte, hak aramanın yanında, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmakla kanunla yükümlü kılınan baroların hizaya çekilmesi, iktidarın denetimine alınması sürecini yaşamaktayız. Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişiklikle, İstanbul ve Ankara’da yaşama geçirilen bir ilde ikinci baroların oluşumuna yol verilmesi, iktidarın hukuk şubesi işlevini yerine getirecek baro ünvanlı yandaş oluşumların devreye sokulmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Siyasi iktidarın etki alanına giren yargıya güvenin dibe vurduğu, Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmadığı, normlar hiyerarşisinin alt üst edildiği, meslek örgütlerinin yandaşlaştırılmaya çalışıldığı, hizaya çekilemeyen barolar yerine adı baro olan hukuk şubelerinin devreye sokulduğu bir süreçte baroların sessizliği, yeni rejimin utangaç onaylayıcıları anlamına gelmeyecek midir?
Üyelerinin hak ve çıkarlarını korumanın yanında hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumakla yükümlü baroların, toplumun ve adalet arayan yurttaşların güven kurumu olmak gibi tarihi sorumluluklarını göz ardı etmemeleri gerekiyor. Baroların, demokrasiye, hukuk devletine, parlamenter sisteme, kuvvetler ayrılığına, yargı bağımsızlığına dönüşün öncü gücü olma gibi bir tarihsel sorumluluktan kaçınmaları, varlık nedenlerinin inkarı olarak görülecektir. Demokrasi ile dikta arasında üçüncü bir seçeneğin olmadığı anlarda takınılacak tavır, hiç kuşkusuz tarihin karnesinin utanç ya da onur sayfasına hak ettiği biçimde kaydedilecektir.