Emperyal yazılımlı Bir İhanet Yapılanması
FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ
Av.Hüseyin Özbek
Milli kimlikle çatışmayan, aksine milli kimliği güçlendiren geleneksel İslam algısı, batılılarca, “Volk İslam / Halk İslam’ı” olarak adlandırılır. 29 Ekim 1923 kurgulu Cumhuriyet’in Diyanet İşleri Başkanlığı, bu algının, kamusal ve kurumsal yapılanması olarak düşünülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine itiraz etmeyen, dini ve milli kimliğin özgün bir sentezi olan Volk İslam, emperyalizmin Türkiye’ye ve bölgeye yönelik projeleri açısından ciddi bir engel oluşturuyordu. Milli kimliğin inanç dayanağı, yurt savunmasında ölümü şehitlik olarak kutsayan bu algı, emperyal yazılımlı, gayrı milli, sentetik bir kimlik ile yer değiştirmeliydi.
Hizmet Hareketi etiketli ihanet yapılanmasının, bahsettiğimiz emperyal ihtiyacı karşılamak için imal edildiği unutulmamalıdır. İman ve inanca, milli kimliğe düşman suni bir yazılım yüklenerek, din vatansızlaştırılacak, süreç içinde Türk İslam’ı devreden çıkarılıp, toplumsal Mankurtlaşma gerçekleştirilecekti. Emperyal yazılımlı, din maskeli ihanet örgütü FETÖ’den bahsediyoruz. Bin bir kimlik kullanırken, gerçekte kimliksiz, dünyanın her ülkesinde faaliyet gösterirken gerçekte vatansız bir yapıyı anlatıyoruz.
Fetullah Gülen, yakın geçmişte, muhafazakarlar için, ömrünü İslam’a adamış zamane evliyası, milliyetçiler için, okullarıyla Türk dünyasını ayağa kaldıran bir milli derviş, liberaller için özel yaşama karışmayan hoşgörü abidesi, sömürge solcuları için ulus devletle mücadelede bahşişi bol müttefik, siyasi iktidar için rejimin tasfiyesinin sofistike aparatıydı. Gerçekte ise Fetullah Gülen, Türkiye’deki emperyal kurgulu değişim ve dönüşümün manevi önderi olarak seçilmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmasının, rejimin tasfiyesinin, Türkleri ulus olmaktan çıkarıp sürüleştirmenin koçbaşı olma görevini yerine getirecekti.
Fetullah Gülen Cemaatinin, diğer cemaatlerden farkı, misyonunun şifrelerini de içinde taşıyor olmasıdır. Cemaatler, genellikle kapalı yapılardır. Bazılarında bu kapalılık gettolaşmaya kadar varır. Ticari faaliyetlerinin dışında, dışa kapalı bir sosyolojik kast içinde yaşarlar. Bu nedenle, Siyasal İslamcı bu yapılarda istisnalar dışında sinema, müzik, gösteri, spor, siyaset dünyasının, akademik camianın, medyanın renkli figürlerine pek rastlayamazsınız. Fetullah’ın din adamı kimliğinin dışına taşarak, günlük yaşamın er alanında, iktidarın ve muhalefetin aynı anda ilgisini, övgüsünü ve desteğini çekecek bir fenomen olarak pazarlanması, araştırmalara konu olması gereken bir toplum mühendisliği olarak not edilmelidir.
Fetullah’ın, dini alanın dışında, siyaset, sanat, iş ve spor dünyasının, toplumsal yaşamın olağanüstü bir figürüne dönüştürülüp, dokunulmazlaştırılması, kendisine yüklenen misyonu yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmaması içindi. Misyonu da neydi mi diyorsunuz? Anlatalım o zaman: Ergenekon operasyonuyla başlayıp, Balyoz ve diğerleriyle devam eden Silivri sürecini baştan sona Fetullah Cemaatinin, iktidardan bağımsız bir icraatı olarak görmek son derece yanıltıcıdır. 29 Ekim 1923 yazılımlı rejimin tasfiyesi, Türkiye’nin ulus devlet üniter yapısının ortadan kaldırılması, emperyal destekli bir siyasi proje idi. Bu nedenle siyasi destek olmadan gerçekleştirilmesi olanaksızdı.
Yalnız ülke güvenliğinin değil, rejimin de koruyucusu, irticanın, bölücülüğün caydırıcı dinamiği, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Anayasal düzenin temel kurumları tasfiye edilmeden rejim değiştirilemezdi. O zaman yapılacak iş, darbecilik suçlamasıyla, halkın güven kurumu ve kollektif gurur simgesi olan Ordu’yu, halkın gözünde suç örgütüne dönüştürüp, araçsallaştırılan hukuk, silaha dönüştürülen yargı üzerinden bozguna uğratmaktı. Çanakkale’nin, Sakarya’nın, Dumlupınar’ın gururunu taşıyan TSK’yı, illegal yapılanmanın odağı olarak suçlayıp, toplum ve rejim dışına itmekti. Amaç, Türk Ordusuna, Karargahta 2.Balkan Bozgunu yaşatmaktı.
Sizin anlayacağınız, halka, “Türkiye darbecilerden temizleniyor” demagojisiyle yansıtılan Silivri yargılamaları, rejimin yargı üzerinden tasfiyesinin platosu olarak kurgulanmıştı. En yukarıda tasfiye stratejisinin emperyal karargahı, tasfiyeyi yargı üzerinden gerçekleştirilmesi işine gelen siyasi otorite ve zurnanın son deliği olan, Mütareke dönemi İstanbul’unun Nemrut Mustafa Yargısının manevi mirasçıları, Fetullah’ın Silivri cellatları.
Hoca Efendi diye övgüler düzdükleri, Diyanet İşleri Başkanının üzerinde protokol uyguladıkları, yurt dışındaki okulları için tavsiye mektupları yazdıkları, Türkçe Olimpiyatları tiyatrosunda mikrofon kapmak için birbirlerine dirsek attıkları FETÖ ile aralarının nasıl açıldığı, sonrasında neler yaşandığı hiç kuşkusuz ayrı bir yazının konusudur.
Ama, milli kimliğin, halkın iman ve inancını buharlaştıracak sentetik, haymatlos bir dinin gayrımilli önderini, ülkenin ve milletin başına bela edenlerin, sütten çıkma ak kaşık gibi numara yapmalarının da bir sınırı olmalı değil mi?