JÖN TÜRKLERDEN JÖN TÜRKİYELİLERE
Avrupa, onlara Jön Türkler ( Jeunes Turcs ) adını vermişti. Abdülhamit’in baskıcı yönetimine muhaliftiler. Sultanın askıya aldığı Kanun-i Esasi’nin ( Anayasa ) uygulanarak Meclis-i Mebusan’ın (Osmanlı Parlamentosu) açılmasını, sansürün kaldırılmasını istiyorlardı. Çoğu, iyi eğitim görmüş, yabancı dil bilen İstanbul çocuklarıydı. Fransa, dönemin muhalif aydınlarının, buluşma merkezi gibiydi. Gazete ve dergiler çıkarılıyor, dernekler kuruluyor, kararlar alınıyordu. Eleştirilerin odağı ve hedefinde Yıldız’daki müstebit vardı.
Meclis-i Mebusan’ın açılması, sansürün kaldırılması, yurt dışı ve imparatorluğun uzak bölgelerindeki sürgünlerin İstanbul’a dönmesini, dışarıdakiler değil içerdeki Jön Türkler, yani İttihatçılar sağlayacaktır. Rumeli’de dağa çıkan genç subayların baskısına, Yıldız’a yağan telgraf yağmuruna, yükselen muhalefete daha fazla dayanamayan Abdülhamit, 23 Temmuz 1908’de pes edecektir! Tarihe Hürriyetin İlanı olarak geçecek padişah iradesi ile saydığımız istekler kabul edilmiştir.
İttihat ve Terakki, siyasal örgüt/parti olarak ortaya çıktıktan sonraki dönemde Jön Türk adı kullanılmayacaktır. 1.Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki iktidardadır. Yenilgiyle biten büyük savaş sonrası önderleri yurt dışına çıkacaktır ama tabandaki ve taşradaki İttihatçı örgütlülük devam etmektedir. Milli Mücadele döneminde, Müdafaayı Hukuk yapılanması büyük ölçüde bu tabana dayanacak ve onu, Ankara’nın politikalarına uyumlu hale getirerek dönüştürecektir. İttihatçıların ve İttihatçılığın bugün hala tartışılıyor olmasının nedenleri üzerinde düşünülmelidir.
İttihat ve Terakki, komitacılık, siyasal suikastlar, muhalefete yönelik zorbalık, maceracılık, tek tipçilik, azınlıklara şiddet nedeniyle günümüzde de eleştiri ve suçlamaların odağındadır. Her şeyden önce dönem koşullarını göz ardı eden, batı emperyalizminin Osmanlıyı ( Hasta Adam ) parçalayıp bölme projelerini görmezden gelen eleştirilerin eksik ve ön yargılı olacağı kuşkusuzdur. İttihatçıların asla bağışlanmayıp, çarmıha gerilmelerine neden olan asıl kusurları, Osmanlının yoğun bakım döneminde sermayeyi Türkleştirmek istemeleridir!
Sermayenin Türkleşmesi, siyaseten bağımsızlık, ekonomik olarak kendine yeten, varlığını sürdürüp geliştirebilen bağımsız ulus devlete geçiş demekti! Bu yöneliş, mazlum milletlerin benimseyeceği bagımsızlık modeli anlamına geliyordu. Emperyalizmin uykularını kaçıran bu düşünce ve siyasal model gelişip canlanmadan bertaraf edilmeliydi. Kurtuluş Savaşı sonrası, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet üniter yapı, milli ekonomi temelli siyasal mimarisinin kötülenmesinin zihin arkasında yukarıda anlatılan nedenler vardır.
Çok geniş, çok derin, çok boyutlu olan bu konunun kısacık bir köşe yazısına sığdırılmasının zorluğu ortadadır. Biz, günümüzde Türk edebiyatı yerine Türkiye edebiyatı/Türkçe edebiyat üzerinden yürütülen sinsi kampanyanın daha iyi anlaşılması için tarihsel bir perspektif çizmeye çalıştık. Birbirinden bağımsız, birbirine yabancı görünen konuların birbiriyle ne kadar ilintili olduğunun anlaşılabilmesi için duyarlılıkla bilginin bir araya getirilmesi gerekiyor. Türk aydınlarının, Jön Türklükten Jön Türkiyeliliğe sürüklenmekte oluşlarının resminin çekilmesiyle yetinmeyip, dışımızda gibi görünen hikayenin hem öznesinin hem de nesnesinin, yani hepimizin aynı gemiyle bilinmezlere sürüklenmekte oluşumuzun farkına varılması gerekiyor. Geminin emniyeti ve güvenli bir limana batmadan ulaştırmanın tek yolu bu. Çünkü bizler Türk’üz ve başka Türkiye yok!
Av. Hüseyin Özbek