ÜÇÜNCÜ ERMENİ DALGASI SINIRLARI ZORLARKEN
Osmanlının çöküş sürecinde Çarlık Rusya’sının, Batının, ABD’nin üç cepheden kışkırtması ve yönlendirmesiyle Osmanlının uyumlu tebaası Ermenilerde oluşturulan etnik bilinç kısa sürede ayrılıkçı taleplerle ortaya çıktı.
19.yüzyılın ikinci yarısında başlayan yerel ayaklanmalar Birinci Dünya savaşında toplu kalkışmaya dönüştü. Rus cephesinde orduyu arkadan vuran, ikmal yollarını kesen, bir kısmı da Çarlık orduları safında, uyruğu olduğu Osmanlıya karşı çarpışan Taşnak çetelerine ve isyancılara karşı 1915 yılında tehcir ( zorunlu göç ) uygulamasına başvuruldu. Birinci Dünya savaşı süresince ve sonrasında, 1922’ye kadar, tehcirden sorumlu tuttukları İttihatçı önderlere ve yöneticilere yönelik Taşnak terör kampanyasında ikisi başbakan olmak üzere onlarca kişi katledildi.
Emperyal güçlerin yaratıp, etnopolitik bir hüviyete dönüştürerek yönlendirdikleri Ermeni sorununun başlangıcından Kurtuluş Savaşı zaferiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadarki evresini BİRİNCİ DALGA olarak adlandırmaktayız.
Türklerin unuttuğu, toplumsal hafızasından adeta sildikleri sorun, Diyaspora tarafından tarihsel gerçeklikten koparılıp, yalanla yoğurup yeniden kurgulanarak aktarıldığı her kuşakta kin katsayısının geometrik artışına yol açtı. Gerek Ermenistan’da gerekse Diyaspora’da yaşanılan her türlü olumsuzluğun nedeni gösterilmesiyle, ortalama Ermeni algısında Türk imajı her türlü kötülüğün ve olumsuzluğun simgesine dönüştü.
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında düğmeye yeniden basılmasıyla 1974’ ten 1983 Paris Orly Havaalanı katliamına kadar geçen süreçte kırka yakın Türk diplomatı katledildi. Taşnak terör geleneğinin mirasçısı Asala ve Ermeni Soykırımının Adalet Komandoları tarafından gerçekleştirilen suikast ve saldırı kampanyası İKİNCİ DALGA olarak adlandırılmalıdır.
Ortada bir cinayet varsa doğal olan faillerinin bulunup yargılanması, adalet önünde hesabının sorulmasıdır. Asala suikastlarında bunun tam tersi oldu. Her suikastın ardından canilerin mitolojik kahramanlar olarak kutsandığı, savunmasızca katledilenlerin ise öldürülmeyi bin kez hak etmiş lanetli bir geçmişin kötülük simgeleri olarak dünya kamuoyuna yansıtıldığı, yenileri için canileri yüreklendiren medya kampanyalarıyla adeta maktüller ikinci kez infaz edildiler. Yine her cinayetin ardından, evlatları katledilen Türk ulusundan ve Türkiye Cumhuriyeti’nden işlemediği, sorumlusu olmadığı bir soykırımın faili olarak özeleştiri vererek samimi itirafta bulunması istendi!
İçinden geçtiğimiz süreç halen yaşanılan ÜÇÜNCÜ DALGA’ dır. Üçüncü dalga bombaların atılmadığı, kurşunların sıkılmadığı, büyükelçiliklerin basılmadığı bir evredir. Üçüncü dalgada işler politik platformlarda, parlamentolarda halledilmektedir! Günün birinde dost, müttefik devletin seçkin parlamenterlerinden biri veya birkaçı bir teklif hazırlamakta, parmaklar kalkmakta, Türklerin soykırım yaptığı, Ermeni soykırımının sorumlusu olduklarına ilişkin yasa tasarısı süreç sonunda onaylanmakta ve yürürlüğe girmektedir! Türkiye Cumhuriyeti’nin tepkisinin geçiciliğini sınama yanılma yöntemiyle iyi bilen sıradaki müttefik devlet de benzer bir yöntemle soykırımcılığımızı (!) tescilleyen yasayı parlamentolarından kaşla göz arasında geçirivermektedir.
Bu şekilde yirminin üzerindeki dost ve müttefik devletin meclislerinden geçirdikleri yasalarla amaçlanan nedir? Psikiyatri muayenehanesinde yatar koltuğa uzatılmış hasta muamelesi yapılan Türkiye’ den ne istenmektedir? Yanıt basittir: Öncelikle Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin suçlamayı kabul edip özür dilemesini, ardından soykırımcılık itirafının gereğini yerine getirmesini istemektedirler! Diz çöktürülecek, direnci kırılacak Türkiye’ ye, ruhunun huzur bulması, rahatlaması, sistem tarafından kutsanması için ne isteniyorsa vermesi gerektiği fısıldanmaktadır. Soykırımcı olduğunu kabul erdemini göstermiş Türkiye’nin siyasal sınırlarını daraltarak Ermenistan’a vereceği tazminat ve toprak gibi jestlerle sorunun kapanacağı, baş ağrısından kurtulacağı telkin edilmektedir!
Emperyalistler, dayatmaların, parlamentolarından geçirdikleri yasaların günümüz Türkiye’sini idare edenler üzerindeki olumlu etkilerini memnuniyetle gözlemekle birlikte bunun yeterli olmadığını bilmektedirler. Yine Türk halkının milli duyarlılığı, direnci, soykırım suçlamasını ret psikolojisi değişmeden günümüz Türkiye’sini idare edenlerin içtenlikle kabullenmeleri durumunda bile istenileni vermekte zorlanacaklarının bilincindedirler! Bunun için içeride Diyaspora tezlerinin kabul edileceği bir toplumsal iklim yaratılmasının, meşruiyet alanı oluşturulmasının, böylece sorunun içselleştirilmesinin üzerinde çalışmaktadırlar.
Emperyalizm Diyaspora tezlerinin içselleştirilmesinde Türkiyeli müttefiklerinin ciddi sorumluluklar üstlendiğini, büyük bir özveriyle çalıştıklarını memnuniyetle izlemektedir. Türkiyeli sermaye, Türkiyeli medya, Türkiyeli aydınlar, Türkiyeli akademisyenler, dışarıdaki oyun kurucuların kendilerine verdikleri rolü büyük bir yetenekle oynamaktadırlar.
Batının konuya yaklaşımının ve Diaspora söylemlerinin Türk kamuoyuna mal edilmesine, içselleştirilmesine yönelik kampanyalara 2005 yılı başlarında hız verildi. 2005 yılının özellikle Nisan ayından itibaren yoğunlaşan medya kampanyalarıyla halkımıza en azından tevil yollu da olsa soykırımı kabullenmekten başka çare kalmadığı düşüncesi aşılanmaya başlandı. 22 Nisan – 2 Mayıs 2005 tarihleri arasında Doğan ve Sabah grubu medyasında yaptığımız tarama sonucu kaleme aldığımız “ Soykırım Masalı Damardan Nasıl Şırıngalanır ” (1) makalesi okurlarımıza üç yıl öncesinin ilginç bir fotoğrafını verecektir. 24 Nisan öncesinden başlayıp 10 günü aşkın bir süre devam eden incelememizde kalem namusuna sahip bazı istisnalar dışında, bu gurupların gazetelerinde gerek haber politikası açısından, gerek makaleler ve köşe yazıları açısından olsun Diyaspora tezlerine yakınlık gösterilmesi dikkatimizi çekmişti.
Dışarıya eklemlenmiş tekelci sermaye medyasının çabalarına koşut olarak aynı dönemde bazı üniversitelerin, Diyaspora tezlerine akademik bir meşruiyet alanı yaratma çabasına giriştikleri hatırlardadır. 25 Mayıs 2005’ te Boğaziçi Üniversite’sinde yapılması planlanan, “ İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları ” başlıklı konferans İstanbul 4.İdare Mahkemesine yapılan başvuru sonucu iptal edilmişti. Dönemin Adalet Bakanı’nın idari yargının iptal kararına karşı beyanları ve konferansçılara yol gösteren önerileri gazete arşivlerindedir. Dönemin Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül’ ün,“ O toplantı yapılacak ” açıklaması Hürriyet Gazetesi’nin ilk sayfasından kamuoyuna yansımıştı! Bakanın dediği gibi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere yerleşkesinde, Boğaziçi, Sabancı ve Bilgi Üniversitesi rektörlerinin açış konuşmalarıyla başlayan, Türk halkının bilinçaltındaki Berlin duvarını yıkan o konferans 23 -25 Eylül 2005 tarihlerinde gerçekleştirilmişti!
Konferansın fikir babasının Paris Üniversitesi öğretim üyelerinden İstanbul’ lu Rum Prof. Dr. Stefanos Yerasimos olduğunu Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Halil Berktay dile getirmişti: “Stefan bana 2000 yılında Ermeni soykırım konusunu artık Türkiye’de resmi görüşün dışında anlatmanın zamanı geldi. Bunun için büyük bir konferans düzenleyelim, soykırımı tartışalım dedi. Stefan’ ın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.” (2)
Soykırım, katliam, kıyım, toplu öldürmeler gibi nüans farklarıyla Diyaspora tezlerinin dillendirildiği, karşıt hiçbir görüş sahibinin çağrılmadığı konferansa yabancı basın mensupları yoğun ilgi göstermişti. Sözün burasında konferansı baştan sona izleyen gazeteci siyaset bilimci Gürbüz Evren’ den bir alıntı yapalım: “ Yurtdışından gelen konuşmacıların Amerikan aksanıyla Türkçe konuşmaları ise konferansın bir başka özelliği oldu. Konferansı sadece yabancı gazeteciler değil, başta İsveç’ in İstanbul Başkonsolosu Karlsson olmak üzere bazı yabancı diplomatlar da izledi. Özellikle yabancı gazeteciler sık sık kulislere çıkıp, merkezleriyle telefon bağlantısı kurarak, konferansta Ermeni soykırımının kabul edildiğini, Türk akademisyenlerin resmi görüşe karşı çıktığını, Türkiye’ de artık yeni bir dönemin başladığını bildiren haberler geçtiklerine, yorumlar yaptıklarına şahit oldukça, konferansın hedefine ulaştığını ve istenilen mesajın verildiğini anladım.” (3)
Türklerin Diyaspora tezlerine karşı kolektif direncinin, tarih bilincinin, duyarlılıklarının aşındırılması anlamında Berlin duvarının yıkılmasına benzetilen konferanstan bu yana 3 yıl geçti.Üç yıllık süreçteki başarıları açısından Türkiyeli sermayenin, Türkiyeli medyanın, Türkiyeli akademisyenlerin, Türkiyeli aydınların karne notu on üzerinden ondur! Küresel sermayenin buyruğu büyük bir sorumluluk ve başarıyla yerine getirilmiş, Atatürk’ ün koltuğunda oturan kişinin rahatça, kamuoyundan çekinmeksizin Erivan’ a maça gidebileceği bir siyasal ve toplumsal iklim yaratılmıştır.
TÜSİAD’ ın Gül’ ün Türkiye – Ermenistan milli takımları arasında Erivan’ da yapılacak maçı izlemek üzere Ermenistan Cumhurbaşkanı’ nca yapılan çağrıyı kabul edip gitmesini hararetle destekleyen 2 Eylül 2008 tarihli yazılı açıklaması : “ Bu adımın, devlet olarak tanıdığımız, ancak diplomatik ilişkiye sahip olmadığımız, sınır kapımızın kapalı olduğu Ermenistan ile ilişkilerimizin normalleşmesine, karşılıklı bir diyalog anlayışının yerleşmesine ve mevcut sorunların soğukkanlı ve akılcı bir şekilde çözümüne katkı sağlayacağına inanıyoruz.” cümlesiyle son buluyor.
2 Eylül akşamı Gül, yaptığı telefon görüşmesinde Erivan’ a gitme kararı aldığını, bunun Türkiye’ den Ermenistan’a ilk ziyaret olacağını bildirdiğinde Bush’tan;” Seninle gurur duyuyorum, seni bunun için alkışlıyorum” cevabını aldı. Bush’un Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Gordon Johndroe, telefon görüşmesiyle ilgili olarak; “İki lider, Türk Ermeni ilişkilerinin ilerletilmesi çabalarına verilen desteği ele aldılar” açıklamasında bulundu. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza’ nın: “ABD, Gül’ ün Erivan’a gitme kararını memnuniyetle karşılamaktadır. Bu olumlu sürecin güçlenerek, Dağlık Karabağ sorununa Azerbaycan’ ın toprak bütünlüğü çerçevesinde çözüm sağlayacak ve uluslar arası hukuk ve diplomasiyi de içine alan bir siyasi uzlaşıya dönüşmesini bekliyoruz” açıklamasının ne anlama geldiğinin iyi anlaşılması için 15-16 Ocak 2008’ de Erivan’ da NATO ve AGİT’in birlikte düzenlediği; “ Genişletilmiş Karadeniz: Bölgesel ve Uluslar arası Güvenlik Perspektifleri” konferansında AGİT Minsk Grubu eş başkanı olarak yaptığı konuşmanın hatırlanması gerekmektedir. Bryza’ nın o tarihteki konuşması ABD savaş gemilerinin şu günlerde Karadeniz’ i niçin yol geçen hanına çevirdiğinin ve sonucu baştan belirlenmiş Türk – Ermeni maçının aslında nerelerde ve niçin tertiplendiğinin cevabını vermektedir: “ABD’nin Karadeniz bölgesiyle ilgili politikası, ekonomi, enerji ve bölgesel güvenlik gibi çeşitli alanları kapsayan bir işbirliğinin oluşturulmasını amaçlıyor. Bu kapsamda en önemli konulardan biri, Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınırların açılmasıdır. Böyle bir açılım, ekonomik ilişkiler ve ortak ekonomik projelerin üretilmesi sürecini güçlendirir. Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi ağırlıklı olarak Yukarı Karabağ konusuyla bağlantılı hale getirildi. Türkiye’ nin Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesi için bazı koşullar ortaya koydu, ama ABD bunların kaldırılacağını umuyor. Ermenistan, Türkiye’ nin ön koşul koymaması isteğinde haklı, ama kendisi de bugünkü Türkiye ile olan sınırları tanımalıdır. Türkiye’ ye Ermenistan ile ilişkilerini, Azerbaycan gibi üçüncü bir ülkeyi dahil etmeden geliştirmesi ve diplomatik ilişki için ön koşul koymaması çağrısında bulunuyoruz. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerde “Bir millet iki devlet” düşüncesinin değişmesi gerekiyor. Bu değişme hemen olamaz, belli bir zaman alır.”(4) Müsteşar yardımcısının eğip bükmeden dillendirdiği ABD taleplerinin Türkiye Cumhuriyeti’ nin en üst katlarından başlayarak birer birer yerine getirilmeye başlandığının, oyun kurucularca saha dışında belirlenen sonucun da peşinen kabul edildiğinin kamuoyundan gizlenmesine yönelik medya bombardımanın sisleri dağılacak gibi görülmüyor.
AB cephesinden yapılan açıklamada ifade edilen: “ Gül’ ün ziyareti, hem sembolik değeri çok yüksek olan hem de ilişkilere yeni bir boyut katma potansiyeline sahip bir adım. Ziyaretin, Kafkaslar’ da gerginliğin dorukta olduğu bir dönemde yapılıyor olması da dikkat çekici” sözleri gerçekten de dikkat çekici! ABD ve AB’ nin Abdullah Gül’ ü cesaretlendirici, teşvik edici beyanlarıyla TÜSİAD’ ın yaklaşımlarının ilginç biçimde örtüşmesi, zahirdeki Türkiye Ermenistan maçı dışında, daha büyük maçların oyun kurucularının eş zamanlı olarak harekete geçtiklerini gösteriyor!
Küresel sermaye ile içerdeki müttefikinin medya ayağının da üzerine düşeni eksiksiz yaptığına ilişkin çarpıcı örneklere geçebiliriz: 4 Eylül tarihli Milliyet’te Hasan Cemal’ in yazısının başlığı : Yaşanan tüm acıların anısına bir dakikalık saygı duruşu! Maçı izlemeye Erivan’ a uçan yazarın makalesinin son paragrafını alıntılayalım: Ermenilerin, Türklerin geçmişte yaşadıkları acıları, ortak tarihimizin acı yüklü trajik sayfalarının anısına bir dakikalık saygı duruşu yapılamaz mı diye düşünüyorum maç başlarken… İstanbul’da yaşayan Ermeni bir arkadaşım dün bana şöyle dedi: “ Böyle bir tarihi jest yaşansa, her halde stadın yarısı gözyaşlarını tutamaz.” Hasan Cemal maç günü 6 Eylül tarihli : “Sevgili Hırant’la Soykırım Anıtı’ ında baş başa…Gelin Önce Birbirimizin acılarına saygı gösterelim! başlıklı makalesine geçelim: “ Anımsıyorum. Hırant Dink bir keresinde, “Gelin birbirimizin acılarına saygı gösterelim” demişti. Belki de sevgili Hırant’ ın bu sözüydü, yaşadığı acılardı, bunca yıl sonra hayatımda ilk kez beni Ermenistan’ a getiren ve Erivan’ da bir sabah vakti gün doğarken SOYKIRIM ANITI önünde bana duygu fırtınası yaşatan…Sabahın tertemiz sessizliğinde, bir kez daha tarihi inkar etmenin anlamsızlığını, ama aynı zamanda tarihin, acıların tutsağı haline gelmenin taşıdığı riskleri düşündüm, Hırant’ la birlikte…Ve çok uzaklardan dayımın sesi: “ Kökler kaybolmaz oğlum!” Dayım Çerkes, Gabardey’ di.”
Çalık gurubunun amiral gemisi Sabah 7 Eylül’ de “ERİVAN’ DA ÇİFTE ZAFER, Erivan’ da sahada Türkiye, şeref tribününde dostluk kazandı. Tarihi maça iki gol ve Gül damga vurdu” manşetiyle çıkmış. İçerde Ergun Babahan “Buzda İlk Çatlak” başlığıyla Erivan’dan gönderdiği yazıyla Hasan Cemal’in köklere olan duyarlılığını teyit ediyor: “İttihat Terakki’nin tepe yöneticisi Cemal Paşa bilindiği üzere bizim Hasan Cemal’in dedesi. Soykırım müzesinde bir fotoğrafı da var.O nedenle Hasan Abi’ye de büyük ilgi var.Hasan Cemal’in sorusu üzerine küçük salonu dolduran genç gazeteciler sıralamaya başladı: Erzurum, Eleşkirt Kopkıran Köyü, İran, Van, Bayburt, Muş, Kars, Erzurum, Kars, İskenderun, Van…Soru, “Kökleriniz nereden?” idi. Tamamına yakını Anadolu çıktı…Sonra Hasan Cemal kalkıp Hırant Dink’i anlatan bir konuşma yapıyor ve hepimizin gözleri yaşarıyor..” Babahan’ın yazısının devamından Hasan Cemal’in köklere yönelik duyarlılığının Ermeniler’ ce de paylaşıldığı anlaşılıyor: “Ya Ermeniler…Halk, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ ün bu davete kabul edip gelmesinden çok memnun. Onlar da komşularla iyi ilişki kurulmasından yanalar. Bunca yılın sorununun bir geziyle çözülemeyeceğinin de farkındalar: “Bir ziyaretle soykırım meselesini unutmamızı beklemeyin” diyorlar.” Sabah’tan Gül’le Erivan’a uçan Nur Batur’a kulak verelim: ”Ermenistan’la çok derin buzları kırabilecek misiniz? Psikolojik duvarları yıkabilecek misiniz diye sordum. Gül tereddüt etmeden yanıtladı: “Tarihi bir fırsat çıkmış. Burada cesur olmak gerekiyor.Yapmak istediğim şey iklimi oluşturmak. Ben cumhurbaşkanlığında şunu yapmak istiyorum ve çok önem veriyorum. Önemli meseleler önümüze geldiğinde, bunlar tehlikeli işler, uğraşırsak yıpranırız diye halının altına, kapının arkasına koyma siyaseti izlemeyeceğim.”
Sorunun gerçekten de kapı arkasına, halı altına konulmayıp bütün dünyanın gözleri önünde Türk milletinin başından aşağı boca edilip sırtına yükleniverdiği maç sonrasında verilen karşılıklı demeçlerden anlaşılıyor. Maç sonrası verilen kokteylde Gül’e bir kez daha teşekkür eden Sarkisyan, Gül’ün gelecek yıl İstanbul’ da yapılacak maç’a davetinden duyduğu mutluluğu şu sözlerle ifade etti: “Ben bunu iyi bir başlangıç olarak değerlendiriyorum. Elimizi havada bırakmadınız. Biz İstanbul’ a rövanş duygularıyla gelmeyeceğiz.” Ermenistan Cumhurbaşkanı nezaketinden olsa gerek: Biz uluslar arası politik stadyumda rövanşı çoktan aldık, gerisini boş ver dememiş.
Aynı tarihli Sabah’ta Mehmet Barlas’ la devam edelim: “Bugün de Cumhurbaşkanı Gül yerinde bir kararla husumetin üstesinden gelmek için Erivan’ da. Çok büyük bir olasılıkla Gül’ün ziyareti iki ülke ilişkilerinin normalleşmesine, sınır kapılarının açılmasına, ortak tarih komisyonu vasıtasıyla soykırım meselesinin hukuki-teknik bir sorun haline dönüşmesine yol açacak. Biz de artık milyonluk Ermenistan’dan topraklarımıza saldırır diye korkmayacağız.” Sabah’ın Erivan seferine ilişkin haber ve yorumlarını burada bırakıp Doğan medyasına kulak verelim:
Hasan Cemal 7 Eylül tarihli maç sonrası kaleme aldığı yazısında; “Cumhurbaşkanı Gül ve Cumhurbaşkanı ,Sarkisyan gelinen noktayı “iyi bir başlangıç” olarak nitelerken, bir “diyalog süreci” açıldığını, bundan sonrasının da geleceğini belirttiler. Gül umutlu olduğunu söyledi; bu günden yarına çok şey beklemediklerini, gerçekçi olduklarını, ama bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, iki ülkeyi iyi bir geleceğin beklediğini sözlerine ekledi. Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ a bundan sonraki aşamada somut olarak ne beklediğini sordum. Hiç duraksamadan iki noktayı belirtti: “Sınırların açılması, diplomatik ilişkilerin kurulması...” Hasan Cemal yazısında asıl vermek istediklerini sonraya saklamış: “Ermeni soykırımı” olmadığını düşünen bir Ermeni’ ye rastlayamazsınız. Ama Türkiye’ yle ilişki için bu konuyu bir ön koşul olarak öne sürerseniz, olmaz. Arabayı atın önüne koymak olur bu. Ama eğer bunun gibi Türkiye de; “Önce soykırımı gündemden çıkarın!” diye bir koşulla sahneye gelirse, bu da işi yokuşa sürmektir. Onun için, önkoşulları sonraya bırakıp Türkiye’ yle Ermenistan arasında diyalog ve normalleşme kapısını bir an önce açmak gerekiyor.” Yazana değil yazdırana bak açısından değerlendirildiğinde Hasan Cemal’ in yazıları, üçüncü dalgada, küresel oyun kurucularınca, Türkiye’ ye Ermeni dayatmasına karşı geleneksel kararlılığını terk etmesi için her türlü baskının yapılacağının ipuçlarını vermektedir.
Aynı gün Ece Temelkuran Milliyet’te; “Hayaletler camdan geçebilir” başlıklı yazısında Türkiye’ nin trajedilerin üstünü futbolla örtmek gibi bir alışkanlığından bahsediyor. Ermenistan’da kimse “gelmeyin, gitmeyin, şöyle gelip böyle gidin” demezken ülkemizde koparılan gürültüden yakınıyor. Arka sayfada Karin Karakaşlı “ Erivan İzlenimleri” yazısına;” Hırant’ ın rüyası gerçek oldu başlığıyla giriş yaptıktan sonra: “ Bazı günler tam da doğru zamanda doğru olmanın iç huzurunu duyarsınız. Böyle günlerde hayata mucizevi bir lezzet gelir ve sizin iradeniz dışında da bir kudret olduğu gerçeğine rahatlıkla teslim olursunuz. Benim için Türkiye-Ermenistan maçına Erivan’ da dahil olmak da işte böylesine gönül rahatlatıcı, ruh arındırıcı bir süreçti… Ve o tribünlerde pek çok insan, yaşamını iki halkın ilişkilerinin gelişimine adamış görünmez kahraman için saygı duruşunda bulundu. Hırant Dink’ in ruhu gece boyu her iki takımın tribününü özgürce dolaştı. Biz çok rüzgar var sandık. Maçın hemen sonrasında Türkiye’ deki tüm kanalların Hırant’ la bağlantı kurduklarını duyar gibi oldum. “Valla sevincimden göbek atıyorum” diyordu Hırant delikanlı coşkusuyla, “Her iki golü de çok alkışladım ama en çok ilişkisizliğin, hamaset siyasetinin kalesine atılmış o koca gole sevindi yüreğim. Bende yalan yok!”
H.Cemal’in yan sütunundaki haberlerden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, yazılı açıklamasından Gül’ün Erivan ziyaretinin bölgenin ciddi bunalımdan geçtiği bir sırada yapılan bu ziyareti Türk – Ermeni ilişkileri açısından cesur ve güven verici bulduğunu, ABD’ de yayımlanan Time dergisinden Andrew Purvis’ in; “Futbol, Türkiye-Ermenistan çatlağını iyileştirebilir mi?” başlıklı yazısından maçın buzların erimesinde çok yararlı olacağını düşündüğünü, AB dönem başkanı Fransa’nın Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner”in basın toplantısında, Gül ve Babacan’ın Erivan ziyaretinin “bir futbol maçının izlenmesinin ötesinde” görülmesi gerektiğini belirterek, ziyaretten AB olarak büyük memnuniyet duyduklarını ifade ettiğini, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’ in de Kouchner’ le aynı duyguları paylaştığını öğreniyoruz. Coşkulu alkışlardan, maçı ABD ve AB tribününden izleyenlerin sonuca Türklerden daha fazla sevindiği anlaşıyor!
7 Eylül Milliyet’inde 32 kısım tekmili birden, küme çalışmasıyla oluşturulan mutluluk tablosuna, Melih Aşık, açık penceresinden mürekkebi boca edivermese, Türk kamuoyunun Anka kuşunun kanadında Kaf dağının ardındaki masal dünyasına uçurulurken gördüğü rüyadan uyanacağı yok: “Pan Armenian haber sitesinde, Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) Başkanı Ken Haçikyan ne diyor: “Cumhurbaşkanı Gül samimi olduğunu göstermek istiyorsa futbol stadından “Tsiternakaberd”e, yani soykırım anıtına kadar yürüme iradesi göstermelidir.” Haçikyan’ ın samimiyet sınavında başka talepleri de var…Türkiye’nin sınırı açması, Karabağ sorununda tarafsız kalması, Azerbaycan’a askeri yardımı kesmesi, ABD Kongre’sinin soykırım tasarısını engellememesi vs.vs…Cengiz Çandar ‘da Daily News gazetesinde Abdullah Gül’ ü aynı yönde teşvik ediyor: “Gül’ ün soykırım anıtını ziyaret edeceğini sanmıyorum ama ederse tarihin kapıları ardına kadar açılacaktır.” Tarihin kapılarını bilemeyiz ama tuzakçılara aldanırsak başımıza epey iş açılacaktır…”
Cengiz Çandar’ı, Ağrı’nın Erivan’ dan seyrinin Doğubeyazıt ve Iğdır görüntüsünden daha fazla etkilediği anlaşılıyor: “ Her gelişimde olduğu gibi yine Ararat’a doğru çekiliyorum. Orada Ermeniler’ in kutsal Ararat’ ı var. Tüm görkemiyle karşımızda. Ve Ermeniler, Türkiye ile aralarındaki ‘kapalı sınır’ nedeniyle her gün karşılarında gördükleri Ararat’ a asla ulaşamayacakları gibisinden, ruhlarını karartan bir duyguyu her lahza yaşıyorlar.”
Doğan’ın amiral gemisi Hürriyet, 7 Eylül’deki sürmanşetine Sarkiysan’ ın; “Elimizi havada bırakmadınız” sözlerini almış. Gül’ ün uçaktan inerken ve Sarkisyan’la konuttaki görüntülerin altına konulan, elinde Armenia-Turkey pankartı taşıyan genç kız resmiyle mutluluk üçgeni tamamlanmış. Spor sayfası dışında iç sayfalardaki 11 fotoğrafla süslenen 11 haber gazetenin ziyarete verdiği önemi gösteriyor. Taşnak yanlısı protestocuların Erivan havaalanı ile şehir arasındaki yolda ; “ 1915’i unutmayacağız” ve “ Ben Ardahanlıyım” pankartları açtığına ilişkin haber en alt sütunda birkaç cümleyle yer alırken, üst tarafta İstanbul, Kınalıada sahilindeki bir çay bahçesinde maçı seyreden Süryanilerin Türk Milli takımını, Ermenilerin ise Ermeni Milli takımını alkışlamaları; Adalı gençlerin tatlı rekabeti” başlığıyla haberleştirilmiş. Aynı sayfada, Cumhurbaşkanlığı konutunda Ermenilerin milli sembol saydıkları duvardaki büyük boy Ararat tablosunun önüne oturtarak görüştüğü Gül’le yemek salonuna geçen Sarkisyan’ın; “Ekmeklerimiz bile aynı, kimse bu masanın Türk masası mı, Ermeni masası mı olduğunu anlayamaz” dediği, gezi nedeniyle oruç tutmayan Gül’ e yemekte düdük çalan Ermeni halk müziğinin ünlü ismi Civan Kasparyan’ın, Gaspar’ ın Muş’ un eski adı olduğunu, atalarının Muş’ tan geldiğini söylediği belirtiliyor.
Sınırlarımız içindeki başı daim dumanlı görkemli Ağrı’nın yağlıboya tablosunu arkaya, yerleştirip önüne Türk Cumhurbaşkanı’nın oturtulup kameraya alınırken, fotoğraf çekilirken nasıl göründüğünün provalarının Gül’ ün teşrifinden önce inceden inceye yapıldığı anlaşılıyor. Ermenistan halkına ve Diyaspora’ya bu fotoğrafla verilmek istenen mesajın anlamı ev sahipleri tarafından kuşkusuz ki iyi bilinmekte. Bu mizansenin, bu dekorun, iki Cumhurbaşkanının Ararat önündeki hatıra fotoğrafının bizim hariciyemizde psikopolitik bir analizinin yapılıp yapılmayacağını bilemiyoruz.
Geriye dönüp 6 Eylülün gazetelerine baktığımızda Milliyet’te Can Dündar’ın; “ Gözün aydın Hırant! Bugün Ali Topu Agop’ a atacak” başlıklı makalesinden Türk Ermeni sınırının kapalı olmasını bir türlü anlayamadığını, Hürriyet’ te Hadi Uluengin’in yazısından Abdullah Gül’ ün ziyaretiyle birlikte hayati bir tabunun yıkılacağını, Türkiye Ermenistan ilişkilerinin normalleşebileceğini, Ankara’ nın daha çok vazgeçilmezlik kazanacağını öğreniyoruz.
6 Eylül’deki tarihi maçın artçı sarsıntılarının uzun süre devam edeceği, maçı kurgulayan oyun kurucuların, maçtan çıkardıkları sonuçları enine boyuna değerlendirdikten sonra tertipleyecekleri yeni maçların yol haritasını belirleyecekleri anlaşılıyor. Türkiyeli medyanın devam eden kampanyası 90 dakikanın çok üzerinde sürecek yeni maçın işaretlerini veriyor. 8 Eylül’de Hürriyet’in ; “Buzları bir top eritti” manşetinin altında alıntılar yaptığı AFP, Reuters, New York Times, İtalyan Corriera della Sera ve diğerlerinin yaklaşımı görüşümüzü doğrulamakta. Hürriyet’te Fatih Çekirge Sarkiysan ve Gül ikilisinin arasındaki fotoğrafıyla süslenen yazısında sınırın acilen açılmasının önemine değiniyor: “ Ben bunca yıllık öfkeyi, sınır kapatmayı anlamıyorum. Ermenistan’ ın nüfusu 3 milyon, ( Hadi gelin sınırları açtık) desek, Kars’ tan girseler, Ankara’ ya gelmeden kaybolurlar. Kadıköy’de bile…Evet işte bu... Bazen haritanın kendisine değil, birilerinin yarattığı ışık oyunuyla duvarda büyüyen gölgesine bakıyoruz. Yanılıyoruz.” Gazetenin 18. sayfasında “Dünya alkışladı” üst başlığı altında konuyla ilgili haber ve yorum yoğunluğu devam ediyor. Dışişleri Bakanı Babacan’la Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan’ın Gül’ ün ayrılmasından sonra 1 saati baş başa yolda olmak üzere, 2 saatlik gece yarısı diplomasisiyle “Sınırın açılması ve diplomatik ilişki kurulması dahil, iki komşu ülkeye yakışır şekilde normalizasyon sürecine girilmesinde” mutabık kaldıklarını öğreniyoruz.
Milliyet 8 Eylülde ilk sayfada ‘ Hasan Cemal’ den naklen, Nalbantyan’ın; “Artık yolun
yarısı geçildi” sözlerini manşete taşımış. Cumhurbaşkanlarının talimatıyla iki dış işleri bakanı olarak gece yarısı 2.5 saat konuştuklarını, bu ay içinde tekrar buluşup somut konuları konuşacaklarını tahmin ettiğini söyleyen Nalbantyan, Hasan Cemal’in yanında Radikal’den Cengiz Çandar, Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Star’dan Mustafa Karaalioğlu ve Sabah’tan Yavuz Baydar’la yediği öğle yemeğinde Sarkisyan’ın 14 Ekim maçı için İstanbul’a geleceğini ve bu ziyaretin de tarihi olacağını vurguluyor. Babacan’ la görüşmenin yarattığı heyecanla; “Bu güne kadar duraklarda çok bekledik. Artık duraklar olmamalı. Duraklamadan, kesintisiz biçimde yola devam edelim” diyor. “Peki görüşmelerde soykırım konuşulabilir mi?” sorusuna; “ Tabu konuların olmaması lazım. Herhangi bir sorunu daha açık, daha dostça, daha serbestçe tartışabilmeliyiz” cevabı, kendi tabularını dayatma kararlılığının diplomatik dille ifadesinden başka bir anlam taşımamaktadır.Türkiyeli medyanın attığı sis bombalarıyla pembeleştirme operasyonunun sarhoş ettiği Türk kamuoyunun aksine, Erivan’ın soykırımın Türkiye tarafından tanınması ısrarını sürdüreceği anlaşılıyor. Nalbandyan’ la Babacan’ ın BM Genel Kurul toplantıları için gidecekleri New York’ ta görüşecek olmaları oyun kurucuların tertip ettikleri, kurada torbadan çıkarıp eşleştirme yaptıkları taraflara, işin asıl sahibi olarak mekan temini anlamına geliyor. Hasan Cemal, Erivan seyahatnamesine 9 Eylülde nokta koyarken, boz dağların tepelerinde, ilk Hristiyanların kayalara oydukları kilisede huşu içinde, İstanbullu çiftten dinlediği Ermenice ilahilerin etkisinden uzun süre kurtulamayacağa benziyor. İlahilerin etkileyici tınısı kulaklarından gitmeyen yazar, iki ülke cumhurbaşkanlarının başlattıkları diyalog sürecine yazık olmaması, bir an önce diplomatik ilişki kurulması, sınır kapısının açılması ve normalleşme yoluna girilmesi dilekleriyle yazısına son veriyor.
8 Eylül günlü Sabah’ ta ABD’nin Hudson Enstitüsü Direktörü Zeyno Baran’ la; Amerika için Erivan ziyareti Ergenekon’ dan daha önemli” başlıklı tam sayfa verilen söyleşi Erivan seferinin ardındaki güç ve iradeyi göstermesi açısından son derece ilginç. Aynı gün Tarihi Ziyaret başlığıyla Ömer Taşpınar’ın Washington’ dan gönderdiği yazıdan ziyaretin Atlantik ötesinde yarattığı memnuniyet anlaşılıyor. Nur Batur’ un; “Gül: Psikolojik duvarları yıktık” başlıklı yazısından, İstiklal marşı çalınırken Ermeni seyircilerce ıslıklanıp yuhalanmasının, şeref tribününün karşısında Tanıyın pankartı açılmasının Gül’ ün neşesini kaçırmaya yetmediğini anlıyoruz.
Türkiyeli medyadan bir an için uzaklaşıp, Rus Vremya Novostey gazetesinin konuya ilişkin yorumuna baktığımızda ise bambaşka bir görüntü önümüze çıkıyor. Gazete Türk-Ermeni sınırının açılması durumunda Azerbaycan’ ın Ermeni işgali altındaki “Karabağ’ ı yeniden kendisine bağlama şansını tamamen kaybedeceğine dikkat çekiyor!
Neşe Düzel’ le yapılan söyleşide Emekli büyükelçi Volkan Vural’ın, DEVLET ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEMELİ beyanını 8 Eylül tarihli Taraf gazetesi manşetten veriyor. Değişik ülkelerde büyükelçilik ve bir dönem Türkiye AB ilişkilerinin birinci dereceden sorumluluğunu üstlenen Vural’ın sözleri bu açıdan önemli. Muvazzaflık dönemini de geride bıraktığından olsa gerek, diplomasinin örtülü ve mecazlı dilini bir yana bırakıp doğrudan konuşmayı seçmiş. Büyükelçinin beyanları yabancı devlet temsilcilerinin içlerinden geçirseler bile telaffuzdan çekinecekleri açılımlar içeriyor. Ermenistan’ ın bu günkü yöneticilerinin de bir adım önünde dersek haksızlık yapmış sayılmayız. Büyükelçinin görev esnasında da bu düşüncelere sahip olduğu söyleşiden anlaşılıyor: Vural Türkiye’ ye yakışacak tavrın Ermenilerden özür dilemek olduğunu, tarihi tarihçilerin değil siyasetçilerin çözeceğini, risk almaktan çekinmemek gerektiğini söylüyor.Tabuları ve kırmızı çizgileri bol olan bir ülke olmamızdan yakınıyor. Bu çizgilerin aşılması zamanının geldiğine işaret ederken, yaşananların Cumhuriyet’ e yakışmadığını, kendisinin yetkili olsa özür dileyeceğini, verilen acılardan ötürü Rumlardan, Ermenilerden özür dilenmesinin zorunlu olduğunu, Osmanlı’da tehcire uğramış Ermenilere ve 6-7 Eylül’ de gönderilen Rumlara devletin; ‘Ben Cumhuriyet olarak sana tekrar dönme ve sana senin soyundan gelen insanlara bu ülkenin vatandaşı olma hakkını veriyorum’ demesi gerektiğini, Ermeni sorununda gerçeklerin bilinmediğine katılmadığını, tarihi gerçeklerin bilindiğini, sorunun, bilinenlerin nasıl algılanıp geleceği nasıl etkileyeceği olduğuna işaret ediyor. Vural önerilerine devam ediyor: Ermenistan’la önce sınırların açılmasının gerekeceğini, bundan Türkiye’ nin de yararlanacağını, sadece Gürcistan üzerinden değil, Ermenistan üzerinden de Orta Asya’ya çıkışın ve ihracat artırmanın mümkün olduğuna işaret ediyor. CHP’ nin tutumuna şaşırdığını, bunun sorunların çözümünü istemeyen, Türkiye’yi geçmişte tutmak isteyen, ülkeye hiçbir faydası olmayan yaklaşımlar olduğuna işaret ediyor. Vural, Kıbrıs’ ta nihai çözüm gerçekleşir, Ermenistan’la ilişkilerimiz normalleşirse ağır bagajlarımızdan kurtulup rahatça koşmaya başlayacağımızı söylüyor.
Gazetenin iki güne yaydığı uzun söyleşinin özeti; emekli büyükelçinin Kıbrıs ve Ermeni sorunu dahil Türkiye’nin ulusal meselelerini bir an önce atılıp kurtulması gereken ağır bagajlar olarak görmesi. Görev döneminde büyükelçiyi hayli rahatsız ettiği anlaşılan bu türden gereksiz safraları atarsak rahata erip kuş gibi hafifleyeceğimiz öteden beri ABD ve AB’ tarafından dillendiriliyordu. Türk Dış işlerinde, temeli Atatürk tarafından atılan ve yakın zamanlara kadar titizlikle korunan Cumhuriyet gelenekleri ötelenirken çöküş dönemi Osmanlı hariciyesinin düveli muazzama karşısındaki kayıtsız şartsız teslimiyet ruhunun yeniden uç vermeye başladığı anlaşılıyor.
8 Eylül tarihli Taraf yazıyor: ÖDP Genel Başkanı ve DTP kontenjanından İstanbul milletvekili Ufuk Uras TBMM’ de düzenlediği basın toplantısında, maç dönüşü kendisini havaalanında karşılayan Hırant’ ın kızı Delal Dink’ in; “ Babam bu günü görse sevinçten çıldırırdı” dediğini, bu kapıyı açan Dink’ e teşekkür borçlu olduklarını, Ermenistan’ ın simgesinin nar olduğunu hatırlatarak, ilişkilerin nar taneleri gibi çoğalacağına ilişkin umudunu belirttiğini söylüyor.
Taraf’ ın haberinden Erivan seferi öncesi ve sonrası süren kampanyanın etki ölçümünün sıcağı sıcağına yapıldığını okuyoruz. MetroPoll’ un düzenlediği ankete katılanların %69. 6’ sı ziyaretin başarılı geçtiğini, % 62. 8’ i iki tarafın ekonomik diplomatik ilişkilerinin geliştirilmesinin gerekliliğini, %65.6’ sı CHP ve MHP’ nin ziyaret karşıtı politikalarının yanlışlılığını düşünüyor. Anket verileri gerçekse, maçın 2- 0’ lık skordan çok daha önemli sonuçlar verdiğini, oyun kurucuları sevindirecek neticelere ulaşıldığı anlaşılıyor.
9 Eylül günlü Radikal, Ermenistan eski Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan’ın baş başa yedikleri akşam yemeğinde Cengiz Çandar’ a bizim medyada çıkan haberlerin aksine Gül’ ün gelişi nedeniyle Erivan’ daki soykırım anıtının ışıklarının gece söndürülmesi gibi bir jest yapılmadığını söylüyor. Çandar Ermenistan’ dan soykırım konusunda jest beklenmemesi gerektiğini, bu konunun unutulmaya terk edileceğini zannedersek yanılacağımızı, böyle bir şeyin asla olmayacağını, gerek Ermenistan’da gerek Diyaspora’da bunun Ermeni kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, Ermenistan’ da kökü Türkiye’de olmayan ve 1915’ te oradan kazınmayan pek az insan bulunabileceğini, soykırımdan söz etmemenin Ermenilikten vazgeçmekle adeta eş anlamlı olduğunu, o yüzden Türkiye Ermenistan yakınlaşmasının, bu meselenin açılmamasını, hatta kapatılmasını sağlayacağını asla düşünmememiz gerektiğinin altını çiziyor: “Tam tersine, bu mesele Türkiye ile Ermenistan yakınlaşması sayesinde, Türkiye’ nin tarihiyle yüzleşmesini beraberinde getirmesi kaçınılmaz olduğu için mutlaka açılacak. Ondan kaçıp kurtulmanın yolu yok.”Yazının devamında Gül’ e yol göstererek; “Bu bakımdan başta Abdullah Gül’ ün ‘Sözde soykırım meselesi’ söylemini terk etmesi gerekli. Bu ‘ inkarcı’ tavrın en başta ‘ tarihi ve cesur adımı’ atmış Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından terk edilmesi, ilişkilerin önünün açılabilmesi için ölçü olur.”
Gül’ ün Çandar’ ın önerileri karşısındaki tavrını görmek için çok zaman geçmeyecek gibi geliyor. Sistemin kurguladığı oyuna ilişkin buyruklarının hayata geçtiğini görmek için fazla beklemeye tahammülü yok çünkü. Çandar’la Volkan Vural’ ın yaklaşımlarının özündeki örtüşmeye dikkat edilmelidir. Dünyaya hükmedenlerce dayatılanı Vural diplomasi tülüne sarmalayarak nakledip, Çandar açıktan söylese de sonuçta aynı kapıya çıkıyor: Türkiye’nin sistem tarafından dayatılan soykırım iddialarını bir an önce kabul ederek beyaz bayrak çekmesi…
Türkiye – Ermenistan maçını fırsat bilip, Türkiyeli medya tarafından Türk kalesine yapılan akınların, çekilen şutların, doksandan atılan gollerin haddi hesabı yok. Haber, yorum ve köşe yazılarının hepsinden kısa alıntılar yapmamız durumunda yazının makale boyutlarını aşıp neredeyse kitaba dönüşmesi işten bile değil. Onun için birkaç alıntıyla sonlandıralım yazımızı: 9 Eylül tarihli Taraf ‘ta Leyla İpekçi’ nin yazısından UNESCO tarafından doğumunun yüzüncü yılı nedeniyle 2008’ in ailesi Bitlis’ten göçen ABD’ li yazar William Saroyan yılı ilan edildiğini, 1981’ de öldüğünde vasiyeti üzerine kalbinin bir kısmının Van Gölü’ ne ve Ağrı Dağı’ nın eteklerine, bir kısmının da Erivan’ daki Ünlüler Panteonu’ na gömüldüğünü öğreniyoruz. Taraf’ın bir diğer yazarı Etyen Mahçupyan, geziyi övdüğü yazısında; ekonomisi hızla gelişen, kendi bağrından taşra burjuvazisi üreten, dünya ile entegrasyona ilerleyen Türkiye’nin kuruluşundan gelen bir ideolojik ve kurumsal ayak bağına sahip olmasından yakınıyor. Toplumun devlete tabi olduğu, devletçiliğin ise askeri vesayet altında toplumun üzerine çöktüğü kadük olmuş bir siyasi yapılanmayı sorunların kaynağı olarak görüyor. Türkiye’ nin Ermenistan’ a muhtaç olduğundan bahisle, sınırların açılması ve doğrudan diplomatik ilişkinin kurulmasının bu yapının ve anlayışın değişmesine bağlı olduğuna vurgu yapıyor.
Yeni Şafakta Ali Bayramoğlu, Akif Emre, Özlem Albayrak tarafından 9 Eylül’ de kaleme alınan yazılarda ziyarete olumlu açıdan yaklaşılıyor. Aynı gün Starda Yağmur Atsız bu ziyaretle Türkiye’ nin bütün Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar ve Karadeniz havzasındaki pozisyonunu bir değil bir kaç derece tırmandırmakla kalmadığını, Brüksel ve Washington’daki elini de güçlendirdiği değerlendirmesinde bulunuyor.
Diyaspora tribününe dönmüş sermaye medyasından son alıntıyı spordan yapıp keselim artık. Çalık’ ın amiral gemisi Sabah’ ın 14 Eylüldeki Pazar ekine bir göz atalım: ‘Osmanlı’ nın Ermeni sporcuları’ başlıklı haber 9 fotoğrafla süslenmiş: ‘Osmanlı Devleti’ ni uzun yıllar uluslararası yarışmalarda Ermeni sporcuların temsil ettiğini biliyor muydunuz? Bu sporcuların fotoğrafları şimdi Erivan’ da bir sergide bir araya geldi.’ Alt başlığıyla devam eden haberin ayrıntılarından Gül’ ün maç için Erivan’ da Sarkisyan’ la görüşmesine denk gelecek şekilde Soykırım Anıtı’nın içinde ‘Osmanlı İmparatorluğun’ da Ermeni Sporcular’ sergisinin açıldığını öğreniyoruz. Sergide yer alan belgelerden 1911 – 1914 arasında İstanbul ‘da Ermeni Olimpiyat Oyunları yapıldığını, 1912 Stockholm Olimpiyatları’ na Osmanlı’yı temsilen Vahram Papazyan’la Mıgırdıç Mıgıryan’ ın katıldığını öğreniyoruz. Kamuoyunu yumuşatmaya, bellek köreltmeye, milli duyarlılığı aşındırmaya yönelik toplum mühendisliğinin durmak yok yola devam anlayışıyla mesaisine devam edeceği anlaşılıyor. Sergide anlatılan yıllar Mehmetlerin Balkan dağlarında, Tablusgarp’ te, Yemen’ de, Anadolu’ dan binlerce kilometre uzak cephelerde kan ve ateşle sınandığı Olimpiyatlardan Stocholm’ dekine fırsat bulamadığı bir zaman kesitine denk düşüyor.
Şimdi Diyaspora uzantılarınca yaratılan illüzyonun dışında gerçek durum için emekli diplomat Bilal Şimşir’e kulak verelim :” Sovyetler Birliği’ nin dağılış sürecinde Ermenistan bağımsızlığını ilan etmeden önce bir bağımsızlık bildirgesi yayımladı. Uzunca bir belgedir bu. Bu belgede, Türkiye’ nin toprak bütünlüğüne ilişkin maddeler de yer aldı, örneğin, “Batı Ermenistan milli hedefimizdir” gibi. Batı Ermenistan dedikleri Türkiye’ nin Doğu Anadolu Bölgesi…Dahası Türkiye’ nin soykırımı tanıması vardı bildirgede…Aradan zaman geçti Ermenistan Anayasası kabul edildi ve anayasanın giriş bölümüne “Bağımsızlık bildirgesindeki ilkeler anayasa hükmündedir” ibaresi yerleştirildi. Yani, herhangi bir Ermeni hükümeti “Batı Ermenistan milli hedefimizdir” fikrinden cayarsa anayasayı çiğnemiş olacak…” (5)
Türkiyeli medyada yaptığımız birkaç günlük gezintiden de görüleceği gibi; küresel emperyalizmin üçüncü dalgası Türk ulusunun geçmişten geleceğe taşıdığı derin bilinçaltına yönelmekte, tarih bilincini, milli hafızayı, kolektif duyarlılığı örselemekte, Türkiye Cumhuriyeti’ nin temellerini sarsmaktadır. Sermayesi gayrı millileşmiş, ekonomik varlıkları özelleştirme adı altında kamusal olmaktan çıkarılmış bir ülkede yaşayanları millete dönüştüren kimyanın giderek bozulacağı, ulus bilincinin kaybolacağı, insanların birbirine yabancılaşıp sürüleşeceği bilimsel bir gerçektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomasi sahasındaki 500 - 0’ lık yenilgisi, ulusal konularda küme düşmesi, Hrazdan Stadyumu’nda Milli Takımın 2 - 0’ lık galibiyetiyle gözden kaçırılmaya çalışılmaktadır.
İyi düşünüldüğünde ortada, saha komiserinden hakemine, oyuncusundan çalıştırıcısına amigosundan tribün kalabalığına kadar oyun kurucularının belirlediği tek kale bir maç olduğu anlaşılacaktır. Gol yiyenin, yenilgiye, küme düşmeye programlananın kim olduğu da apaçık ortadadır. Üçüncü dalganın hedefinde kim varsa, maçtan onun mağlup ayrılması, küme düşmesi için kural dışı her şey, göz önünde utanmazca, arsızca yapılmaktadır!
14 Eylül 2008
Av.Hüseyin Özbek
1-) Hüseyin Özbek – İngilizce Ninnilerle – Kum Saati Yayınları
2-3-4 ) Gürbüz Evren –Lütfen Uyanın Son Celse Türkiye
Ermeni Soykırımı Suçlusu İlan Edilecek - Güncel Yayıncılık
5) Işık Kansu – 6 Eylül 2008 Cumhuriyet Gazetesi