TÜRK KİMLİĞİNİ TUTSAK ALAN BEDEVİ SOSYOLOJİSİ
Kösedağ Meydan Savaşında ( 1243 ) Moğollar karşısında hezimete uğrayan Anadolu Selçukluları, Tebriz Merkezli İlhanlıların vassalı ( bağımlısı ) durumuna düşecektir. Kösedağ sonrası, Anadolu’da Konya’nın değil, Tebriz’in sözü geçmektedir. 13.yüzyılda Anadolu Selçukluları, siyasi olarak Moğol, kültürel olarak Fars etkisi altındadır. Sizin anlayacağınız, Selçuklunun tebaası Türk’tür ama medrese dili Arapça, bürokrasi dili Farsçadır! Bu koşullarda Türk kimliği ve Türk dili, Anadolu’yu yaylağıyla kışlağıyla yurt tutan Türkmen sayesinde büsbütün yok olmaktan kurtulacaktır!
Anadolu’nun stratejik noktalarında konuşlu Moğol Garnizonları, İlhanlı’nın Anadolu’daki siyasi,mali egemenliğinin baskı unsuru olarak varlığını sürdürecek ama kültürel yönden, ciddi ve kalıcı bir etkisi olmayacaktır. Yunus Emre ve çağdaşı Türkmen dervişleri/abdalları, halkın derin saygı duyduğu inanç önderleri olarak, milli kimliğin korunmasında, Anadolu’daki Türk varlığının sürdürülmesinde son derece etkili olacaklardır.
Anadolu’yu kasıp kavuran, kentleri, kasabaları yakıp yıkan Moğol istilasına rağmen varlığını koruyan Türk dili ve Türk kimliğinin, 8 yüzyıl sonra yeniden tehdit altına gireceği kimin aklına gelirdi. Siyasi egemenlik ve vergi toplamakla sınırlı kalan Moğol askeri istilası dünün, Arap/Bedevi sosyokültürel istilası ise bugünün acı gerçekliğidir. Türk kimliğinin antitezi olarak sürdürülen ‘Bedevileşme’ süreci inanç maskesiyle meşrulaştırılmaktadır.
Anlattığımız stratejinin sonucu olarak, İslamiyet’e ilişkin yaklaşım ve yorumlarda, karşıt görüş sahiplerinin bile, Arap/Acem, Selefi/Vahhabi müçtehitleri referans alması üzerinde düşünülmelidir.
İslamiyet Arap coğrafyasından yayıldı ama Acemler, Şii yorumuyla İslamiyet’i Farslaştırdılar. İslamiyet’in Türk yorumu ise, süreç içinde ayrı bir yazının konu olacak değişik nedenlerle giderek daraltıldı. Halkın "Bizim Yunuş" dediği Türkmen dervişi Yunus Emre'nin, günümüzde adının bile anılmıyor olması üzerinde düşünülmelidir.
Türkiye'nin başına gelen felaket, Bedevî sosyolojisinin, kanserojen bir ur gibi toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş olmasıdır.Maturidiliği dışlayan, El Ezher ve Selefi anlayışın dinsel inancın çok ötesine geçmiş olması sorunun özünü oluşturmaktadır.
Türk kimliği ve bu kimliğe ilişkin değerler, ciddi tehdit altındadır. Devlet politikası haline dönüşmüş olan, dışlanan Türklük, yükselen değer Bedevîlik arasındaki ters orantılı denklem, günümüzün acı gerçekliğidir. 29 Ekim 1923, Cumhuriyet’in ilanın çok ötesine geçen çağdaş, milli, laik bir devlet/rejim tasarımıydı. 29 Ekim 1923 devlet/rejim denklemi ile doku uyuşmazlığı içindeki anlayış sahiplerinin, milli kimliğin antitezi olan Bedevi sosyolojisini esas alan bir başka rejim/devlet mimarisini adım adım gerçekleştirmekte olduklarının, iş işten geçmeden ayırdına varılmalıdır.
Bu sürecin devamı halinde, toplumun sosyolojik olarak 500 yıl geriye gideceği, uygar dünyadan kesin bir kopuş yaşanacağı bilinmelidir. Türkiye’ye ve Türk Milletine, rejim değişikliğinin çok ötesine geçen bir kimliksizleşme, kendisini var eden, ayakta tutan değerlerini yitirme ve topyekun Mankurtlaşma dayatılmaktadır!
Av. Hüseyin Özbek