ARAÇSALLAŞTIRILAN YARGI SİLAHA DÖNÜŞTÜRÜLEN HUKUK
Mazlum milletlerin özgürlük ve bağımsızlıklarını sürdürebilmelerinin kurumsal güvenceleri ulus devletlerdir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal mimarisi, ulus devlet üniter esas alarak oluşturulmuştur. Ulus devlet, ağır bedeller ödenerek kazanılan bağımsızlığın kısa zamanda yitirilip, yeniden Osmanlının çöküş günlerine dönülmemesi için tarihin dayattığı bir zorunluluktu.
Milli ekonomisi, milli bürokrasisi, milli ordusu, bağımsız maliyesi, çağdaş hedefleri, özgür ve özgüvenli halkı olan ulus devlet, kurtlar sofrasında var olabilmenin zorunlu koşuluydu. Türk Kurtuluş Savaşı, mazlum milletler için kurtuluşun, Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşun modeli idi. Atatürk ise kurtuluşun ve kuruluşun sembolü, Doğu’nun kahramanıydı.
Emperyalizm, mazlum milletlerin kurtuluş ve kuruluş modeli Türkiye Cumhuriyeti’ni ve liderini hiçbir zaman içine sindiremedi. Türkiye’ye, İkinci Dünya Savaşı sonrası, iki kutuplu dünyada biçilen rol, eline verilen ekonomik ve siyasal reçete, çizilen yol haritası, 29 Ekim 1923 mimarisinden oldukça farklıdır. Batının etki alanına giren, Soğuk Savaş döneminin kenar ülkesi Türkiye, mazlum milletlerin gözünde, Atatürk döneminden daha farklı bir şekilde algılanmaya başlamıştır.
Fakat, ekonomik tercihler, ekonomik ve siyasal güç merkezleri değişmeye başlamış olmakla birlikte, ulus devlet üniter yapı kurgusunun, 29 Ekim 1923 kuruluş denkleminin kurumsal, bürokratik etkileri hala sürmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, devlet kurumsallığı, halkın milli duyarlılığı, tarih şuuru, millet olarak var olma tutkusu, emperyal tasfiye projesinin kurumsal, kamusal, duyusal engelleri olarak varlığını devam ettirmektedir.
Emperyalizm, Büyük Ortadoğu Projesine uygun bir Türkiye yaratmak için daha fazla bekleyemezdi. Fakat, ülkeyi siyasal, sosyal, psikolojik bir türbülansa sokmadan, inceden inceye kurgulanmış sistematik toplum mühendisliği ile başta TSK olmak üzere, anayasal kurumları, geleneksel bürokrasiyi, yargısal hiyerarşiyi alt üst etmeden, ülkenin kuruluş felsefesine bağlık kalmakta ısrar eden kişi ve kurumları tasfiye etmeden emperyal projeyi gerçekleştirmek olanaksızdı. O halde yapılacak iş belliydi. Kendileriyle son derece uyumlu, işbirliğine hazır siyasi otoriteye arka verilecek, BOP’a direnen TSK acımasızca cezalandırılacaktı.
Yakın geçmişte, darbecilerin tasfiyesi olarak sunulan operasyonlar, emperyal merkezin derin laboratuvarlarında,ulus devletin, üniter yapının, BOP doğrultusunda tasfiyesinin, aldatıcı gerekçeleri olarak kurgulanmıştı.Biri bitmeden diğeri başlayan gözaltılar,kamuoyuna dehşetengiz senaryolarla sunulan darbe planları, Ergenekon,Balyoz, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk vs. davalar,yukarıda anlatılan emperyal tasfiye projesinin sis bombaları olarak değerlendirilmelidir.
Emperyalizmin beşinci koluna dönüşmüş cemaatçisinden sömürge solcusuna, fonlu liboşundan etnik ayrılıkçısına geniş bir yelpazenin tribün desteğinde sürdürülen Silivri Yargılamaları, araçsallaştırılan yargı, silaha dönüştürülen hukuk üzerinden gerçekleştirilecek tasfiyenin kamuflajı işlevini görecektir!
1920’lerin Mütareke İstanbul’unda, İngiliz kurgulu Divan-ı Harbi Örfi’ye(Sıkıyönetim Mahkemesi) Müdafaayı Hukukçuların cellatlığını yapma buyruğu verilmişti. Divan-ı Harbi Örfi’nin lanetli ismi Nemrut Mustafa’nın manevi mirasçıları FETÖ şakirtleri de Silivri Engizisyonunda, 2000 li yılların Cumhuriyetçilerinin cellatlığı görevini yerine getirdiler!
Av. Hüseyin Özbek