101. YILINDA MÜBADELEYE BAKIŞ
Tarihsel gerçekliği, bilimsel nesnelliği kapı dışarı eden subjektif kurgusallığın ibretlik örneği, yazının konusudur. Türk ve Yunan heyetleri arasında, iki tarafın mutabakatı sonucu imzalanan Lozan Mübadele Protokolünden bahsediyoruz.
20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı, çetin görüşmeler, uzun tartışmalar sonunda uzlaşılan metninin, 24 Temmuz 1923’te imzalanmasıyla sonuçlanacaktır. Türk heyetinin başında, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, karşı tarafta Yunanistan Başbakanı Venizelos vardır. Lozan Konferansında Türkiye’nin karşısında yalnızca Yunanistan yoktur. İngiltere, Fransa başta olmak üzere, 1. Dünya Savaşının galipleri, Türklerin, 19 Mayıs 1919- 9 Eylül 1922 arası 3 yıl süren ve zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşını adeta yok saymakta, galibiyet ödülü beklemektedirler. Onlara göre 1.Dünya Savaşının yenik bloğunda bulunan Türkler, konferans masasında mağlup taraf sıfatıyla oturmaktadır!
Kısacası, varımızı yoğumuzu ortaya koyarak, çok büyük büyük bedeller ödeyerek ulaştığımız zaferi yok saymakta, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığını kabul etmemek için direnmektedirler.
Türk tarafı, kazandığı askeri zaferden sonra, dişe diş, zorlu bir diplomatik savaş olan Lozan Konferans masasından istediğini büyük ölçüde alarak kalkacaktır. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığı tanınmış, ekonomik ve adli kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Doğu Anadolu’dan koparılacak toprak üzerinde kurulması planlanan Ermeni yurdu, Türk tarafının ödün vermez tutumu sonucu gündeme bile getirilememiştir!
Lozan Konferansı devam ederken, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan MÜBADELE PROTOKOLÜ ile Batı Trakya hariç olmak üzere, Yunan uyruklu Müslümanların Türkiye’ye, Türk uyruklu Ortodoks Hristiyanların ( Rum ) İstanbul’da yerleşik olanlar hariç olmak üzere Yunanistan’a göçürülmesi konusunda anlaşılmıştır. Burada önemli bir noktanın altının çizilmesi gerekmektedir. Yunan uyruklu Türkler/Müslümanlar, Yunan devletine silah çekmemişler, Türkiye yandaşı anlamına gelecek bir tutum içinde olmamışlardır.
Türkiye tarafında ise bambaşka bir durum söz konusudur. 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusunun, İzmir’e çıkmalarından sonraki süreçte, Osmanlı uyruğu Rum/Ortodoksların önemli bir kesimi, işgalcilerle birlikte hareket etmiştir. Uyruğu olduğu devlete sadakat yükümlülüğüne uygun davranmamışlardır. İşgalci Yunan ordusuna asker yazılmışlar, lojistik olarak desteklemişler, Türk komşularına şiddet uygulamışlar, Küçük Asya Savunma Örgütü adlı silahlı örgüt kurmuşlardır.
Ankara’yı ele geçirmek, TBMM’yi dağıtarak Türk direncini kırmak için Sakarya’ya kadar ilerleyen Yunan Ordusu başarılı olamayınca, roller değişmiştir. Türk Ordusunun, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruzu, 30 Ağustos’ta zafere dönüşmüş, 9 Eylül’de İzmir işgalden kurtulmuştur. Yunan Ordusu ile birlikte, Osmanlı vatandaşı Ortodoks Rumların büyük çoğunluğu Anadolu’dan ayrılarak suyun öte yakasına geçmiştir.
30 Ocak 1923 Mübadele Protokolü, - ahali mübadelesini ( karşılıklı göçürme ) hukuki esaslara bağlamıştır. 19 Maddelik Mübadele protokolü doğrultusunda oluşturulan heyetler, çalışmalara başlamıştır. Gidenlerin mülklerine gelenlerin yerleştirilmesi teorik olarak kolay görünse de uygulamada ciddi zorluklar yaşanmıştır. Mübadelenin trajik, travmatik etkileri, iki taraf için de söz konusudur.
Yunanistan, tarihi gerçeklere aykırı olarak, kendi yurttaşlarına ve dünyaya, iki tarafın mutabakatı ile imzalanan Mübadeleyi, Türk tarafının tek yanlı, zorba bir dayatması ve uygulaması olarak çarpıtmaktadır. Halbuki Yunanistan, komşusunu ( Türkiye’yi ) işgal eden devlettir. Türk uyruklu Ortodokslar, uyruğu olduğu devletin ( Türkiye ) yanında işgale karşı koymaları gerekirken, işgalcilerle işbirliği yapan, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan taraftır.
Yunanistan’ın, yol açtığı işgal, yıkım, tecavüz, uyguladığı etnik temizlik nedeniyle Türkiye’den ve Türk Milletinden özür dileyip, tazminat ödemesi gerekirken, Türkleri, Kurtuluş Savaşı döneminde Pontus Rumlarına, Küçük Asya ( Anadolu ) Rumlarına, Trakya Rumlarına soykırım yapmakla suçlamaktadır. Yunanistan Parlamentosu anlattığımız şekilde Türkiye’yi üç ayrı soykırım yapmakla suçlayan yasalar çıkarmıştır:
-Pontus Soykırımı ( 19 Mayıs 1919’dan itibaren ) ( 24 Şubat 1994 tarihli yasa )
-Küçükasya Helenlerinin Soykırımı ( 14 Eylül 1922 ) ( 25 Ağustos 1998 tarihli yasa )
-Trakya Helenlerinin Soykırımı ( 1. Dünya Savaşı boyunca yapmışız )
Yunanistan, sinema filmleri, tv dizileri, edebiyat eserleri ve her türlü yazılı görsel basın yayın faaliyetleri ile tarihe takla attırmakta, sistematik bir toplum mühendisliği çalışmasıyla, Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayarak, bilinç karartmaktadır.
Acı olan, Lozan ve Mübadele üzerinden suyun öte yakasının Türkiye’ye yönelik bu iftira kampanyasının, ülkemizde belli bir kesim tarafından paylaşmakta ve Yunan tarafına hak vermektedirler. AB’den ve suyun öte yakasından fonlanan kimi sivil toplum (!) ve mübadil oluşumlarının, yurttaşı oldukları ülkenin ve milletin yanında yer almaları gerekirken, bu iğrenç iftira kampanyasına omuz vermekte oluşlarını gelecek kuşaklar ibretlik bir nankörlük örneği olarak not edeceklerdir !
Av. Hüseyin Özbek