DEMOGRAFİK SUİKAST
29 Ekim 1923, Türkiye’nin siyasi mimarisinin simgesel tarihidir. 29 Ekim 1923, ulus devlet üniter yapıyı esas alan, ekonomisiyle, bürokrasisiyle, ordusuyla, yol haritasıyla milli bir devlet tasarımıydı. 1924 Anayasası, bu milli devlet mimarisine uygun olarak düzenlenmiştir.
Ulus devlet,üniter yapı temelli devlet tasarımında Türklük esas alınmıştır. Ülke Türkiye, devlet Türkiye Cumhuriyeti, beşeri unsur yani demografik unsur Türk Milletidir. Osmanlının iki yüzyıldan fazla süren gerileme ve çöküş dönemi, aynı zamanda demografik daralmadır.
Gerileme ve çöküş sürecinde her toprak kaybından sonra yaşanan etnik temizlikten canını kurtarabilenler kendilerini Osmanlı tarafına atmaya bakacaktır. Sığındıkları yeni yurda, yaktıkları yeni ocağa tam ısınmadan uğranılan her yeni bozgunla evi barkı kağnıya yükleyip tekrar yollara düşen muhacirlerin son sığınağı, son yurdu Anadolu olacaktır.
Rumeli’den, Kafkasya’dan, imparatorluğun kaybedilen uzak coğrafyalarından Osmanlıya yönelik göç Türk unsuruyla sınırlı değildir.Türk Kültürüne yakınlık hisseden, Küffar kılıcı altında yaşamak istemeyen, diğer Müslüman unsurlar da vatan olarak Anadolu’yu tercih etmiştir.
Anayasadaki Türklük ve Türk vatandaşlığı tanımının arka planında yukarıda anlatılan tarihsel gerçeklik bulunmaktadır. Kafkasya ve Rumeli’den Anadolu’ya, Türk Milletinin değerlerini, ideallerini benimseyerek, Türklerle birlikte yaşamak için göçen, kader birliği yaptığımız bu insanlar için Türklükten başka bir tanım kullanmak tarihsel ve sosyolojik olarak son derece yanlış olacaktır.
Türkiye Cumhuriyetinin eğitim kültür politikası, anlattığımız nedenlerle, ulus devlet, üniter yapı çağdaşlık, laiklik eksenlidir. Türklüğü esas alan bir eğitim programı oluşturulup uygulanmadan, yurttaşlar arasındaki ortak payda, kaderde, tasada, sevinçte benzer duyarlılıklar oluşturulamaz.
Türkiye’nin yaşamakta olduğu demografik işgal tesadüfi olmayıp, yukarıda anlattığımız ulus devlet mimarisini yok etmeye yönelik stratejik göç mühendisliğinin sonucudur. Türk Milletiyle hiçbir ortak paydası bulunmayan milyonlarca kaçağın, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı düzenlenecek demografik suikastın saha unsurları olarak kullanılmayacağını kimin temin edebilir?
Türkiye’nin kaldırabileceğinin çok üzerindeki demografik işgalin kalıcılaştırılması, kaçakların son istasyonunun Türkiye olması için BM ve AB, geliştirdiği projeleri iktidarın ıslak imzalı güvenceleriyle sağlamlaştırmaktadır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, kaçakların istihdamı ve iskanı konusunda devlet kurumlarına verdiklerinin yanında, meslek örgütlerine ciddi fonlar aktarmaktadır.
Muhafazakar kitlelere yönelik Ensar/Muhacir telkininin eskisi kadar etkili olmaması, göç mühendisliğinin kurgulayıcılarını kitleleri etkileyecek başka çözümlere yöneltmektedir. Barolar ve bazı sendikalar, meslek örgütleri,yazarlar, sanatçılar, insani gerekçeler ve emek dayanışması gibi söylemlerle bu amaca uygun davranış sergilemektedirler.
Türkiye’yi Türklerin ülkesi olmaktan çıkarıp birbirlerinin dilini anlamayan insanların yaşadığı Babil Kulesine çevirecek, ulus devleti, üniter yapıyı temelinden sarsacak zaman ayarlı demografik dinamitten kurtulmak için epeydir sandık odasında unutulmuş olan devlet aklının bir an önce devreye girmesinin zamanı hala gelmedi mi dersiniz?