KURTULUŞUN İLK ADIMINA SÜRÜLEN LEKE
Toplulukların millet haline evrilmesi kolay değildir. Geçmişten geleceğe akıp giden uzun yolculukta çekilen acılar, uğranılan yıkımlar, kazanılan zaferler ortak anılara, duygudaşlığa dönüşür. Toplumun kolektif hafızasına, derin bilinçaltına kaydolur ve sonuçta onları millet haline getirir.
Her milletin tarihsellikten çok öte anlamlar taşıyan günleri vardır. Birlikte yaşanılan felaketlerin, kazanılan zaferlerin, milletin her bireyinde ortak çağrışımlar yapması, aynı anlamlar taşıması halkın derin bilinçaltına kaydedilmiş ortak geçmişle ilgilidir.
18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi, Türk milletinin nasıl ortak gurur simgesiyse, 13 Kasım 1918’de bağlaşık donanmasının İstanbul’a girmesi, 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusunun İzmir’e çıkması milli felaket günleri olarak ortak belleğimizde kayıtlıdır.
1.Paylaşım Savaşının çıkış nedeni, Hasta Adam Osmanlının, emperyalizmin iştahını kabartan zengin coğrafyasının sulh yoluyla paylaşılamamasıydı. İngiliz,Fransız, Çarlık Rusya’sı ve İtalya’dan oluşan bağlaşıklar ile Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluklarının oluşturduğu karşı blok arasında kopacak kıyametin dışında kalmak için çırpınan Osmanlının çabaları sonuç vermeyecektir.
1.Dünya Savaşı galiplerinin zafer ödülü olarak düşünülen Osmanlının İngiliz, Fransız ve Çarlık Rusya’sı ile aktif tarafsızlık bağlamında uzlaşma çabaları sonuçsuz kalınca Alman safında savaşa girmek kaçınılmazlaşır. Savaştan yenik çıkan Osmanlıya dayatılan 30 Ekim 1918 Mondros Silah Bırakışmasıyla dikte edilenler Sevr’in önsözü olarak düşünülmüştür.
Saltanat ve hilafet merkezi İstanbul’un bağlaşıklar, İzmir’in Yunanistan tarafından işgali son değil başlangıçtır. İstanbul’da kukla bir Sultana şimdilik izin verilecek, Anadolu yakın gelecekte Türk yurdu olmaktan çıkarılacaktır. Kısacası Türklere, kölelik ve ölüm dışında bir tercih sunulmayacaktır!
Halife Sultan, teslimiyeti ve aşağılanmayı, Türkler direnmeyi seçecektir. 19 Mayıs 1919, tüm Anadolu’ ya yayılacak isyan ateşinin Samsun’dan çakan ilk kıvılcımıdır. Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918- 16 Mayıs 1919 arası, İstanbul’da geçirdiği 6 ayın ardından kurtuluşun Anadolu merkezli örgütlenme ile sağlanabileceği yargısına varmıştır.
Karadeniz’de Pontus devleti kurmak için silahlı faaliyet yürüten çetelere karşı yöre halkının tepkisini, Hıristiyanlara karşı Müslüman katliamı olarak çarpıtan İngilizler Padişahı sıkıştırmakta, önlem alınmazsa bölgenin işgal edileceği tehdidinde bulunmaktadır. Saray’ın, bölgedeki tansiyonu düşürecek, dirayetli Paşa arayışı Mustafa Kemal’e aradığı fırsatı altın tepsi içinde sunacaktır. Vahidettin, Damat Ferit ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın imzasını taşıyan görev belgesiyle Samsun’a gönderilecek paşadan istenen, Müslüman ahalinin direncini sindirip asayişi temin etmesidir!
Mülki ve askeri makam sahiplerini denetleme ve emir verme yetkilerini içeren padişah iradesiyle 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in resmi görevi ile kafasındakiler çok farklıdır. Sarı Paşa, padişah iradesinin sağladığı olanakları, milli kurtuluşun ilk adımları için sonuna kadar kullanacaktır. Samsun’a çıktığı gün ülkenin genel durumu ve görünümünü (Nutuk - 1927 ) anlatırken; İstanbul’da Rum Patrikhanesince kurulan Mavri Mira, Yunan Kızılhaçı, Resmi Göç Komisyonu, Rum okullarının izci örgütleri, Mavri Mira ile eşgüdüm halinde Ermeni Patrikhanesinin benzer çalışmaları, Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde oluşturulmuş, İstanbul’daki merkeze bağlı Pontus Cemiyetinin serbestçe başarılı çalışmalar yaptığını söyler.
Pontus tehlikesi nedeniyle, bölgenin en yüksek mülki ve askeri yetkilerine sahip Mustafa Kemal Paşa için Samsun merkezi güvenli değildir. Bu nedenle 25 Mayıs’ta karargahı ile birlikte Havza’ya geçecek ve çalışmalarını buradan yürütecektir. Atatürk’ün ( Nutuk ) : “Pontus Eşkıyasının kuvveti başlangıçta 6.000-7.000 silahlı idi.Daha sonra her taraftan katılanlarla 25.000’e yaklaştı.Bu kuvvet yeterli küçük birliklere ayrılarak,çeşitli yerlerde barınıyordu.Pontus çetelerinin bütün işleri İslam köylerini yakmak, Müslüman halka karşı akıl ve hayale sığmaz zulümler yapmak,cinayetler işlemek gibi kan içici bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.” cümleleri, yurttaşı oldukları, ekmeğini yedikleri ülkeye ve millete karşı düzenlenen Pontus kalkışmasının ulaştığı boyutu göstermektedir.
Mustafa Kemal önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı ile Pontus ve benzeri ihanet kalkışmaları bastırılmış, emperyalizmin tetikçisi olarak Küçük Asya’yı fethe gelen Yunan Ordusu denize dökülmüş, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasıyla, ekonomik ve siyasal bağımsızlığı tescillenen yeni Türk devleti doğmuştur.
Lozan konferansı devam ederken Türk ve Yunan tarafı arasında 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Protokolü imzalanır. Buna göre İstanbul ve adalar hariç, Anadolu’daki Ortodokslar Yunanistan’a, Yunanistan’daki Müslümanlar ( Batı Trakya hariç ) Türkiye’ye gönderilecektir. İki tarafın anlaşmasıyla imzalanıp uygulanan mübadele, günümüzde Yunanistan tarafından çarpıtılmakta, tarihsel gerçeklere aykırı olarak, Türk tarafının tek yanlı haksız bir uygulaması olarak yansıtılmaktadır.
Tarihi gerçeklerin tersyüz edilmesinin ibretlik örneklerini sıralayalım. Yunanistan, hukuka aykırı olarak Ege, Marmara ve Trakya bölgesini işgal etmiştir. Osmanlının kimi Ortodoks yurttaşları, işgal döneminde, Ege bölgesinde Küçük Asya Savunma Örgütü, Karadeniz’de Pontus olarak örgütlenip, uyruğu oldukları devlete silah çekmiş, işgal ordusuna asker yazılmışlardır. Suyun öte yanında Müslüman ( Türk ) uyrukları ise Yunan devletine karşı benzer bir eylem içinde olmamışlardır.
Atatürk’ün, “askerlik onurundan yoksun katiller sürüsü” dediği ordusuyla sivili halka etnik temizlik uygulayan, kasabaları köyleri yakanlar,yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali Türkiye’yi soykırımcılıkla suçlamaktadır. Yunan Parlamentosu, 19 Mayıs 1919 Pontus Soykırımı, (24 Şubat 1994 tarihli karar) 14 Eylül 1922 Küçük Asya Helenlerinin Soykırımı, (28 Eylül 1998 tarihli karar) ayrıca Trakya Helenlerinin soykırımı kanunları çıkarmıştır.
15 Mayıs 1919 ulusal matem, 19 Mayıs 1919 ulusal gurur günümüz demiştik. Gurur günümüzün 104.yılında kara iftira artarak devam ediyor. Suyun öte yakasının hastalıklı, gerçeklikten kopuk, şoven tutumu, kabul edilemez ama anlaşılabilir diyelim. Ya suyun bu tarafındaki, içimizdeki Pontus yandaşlığına ne demeli? Türk milletine yönelik suikastların tetikçilerinin, kanlı katillerinin yüceltilip kutsanmasına, masum ve mağduriyet etiketiyle aklanmasına ne demeli?
Yalnızca Türk milletine değil, emperyalizmin pençesindeki mazlum milletlere de kurtuluş yolunu gösteren Atatürk’e, Hitlerin akıl hocası diyen iftiracıya ne demeli! Gazi Paşanın Gazi Meclisinin çatısı altında, Cumhuriyete bağlılık yemini etmiş kimi milletvekillerinin Gazi Paşayı ve Türk Milletini Pontus soykırımı yapmakla suçlamasına ne demeli!
İsimler, ünvanlar, makamlar,sıfatlar farklı olsa da ihanet ortak kimlik taşır. Sizin anlayacağınız, Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan işaret ettiği iç ihanet odaklarının günümüzdeki mirasçıları, kanaat önderi, meslek örgütü, siyasi parti vs. maskesinin ardından,Türklerin gurur günlerini utanç günlerine çevirmeye yönelik bilinç bombardımanına ara vermeksizin devam ediyorlar.
Kanıt mı diyorsunuz? Fonlu oluşumların, etnikçi/bölücü partilerin, batıya bir şekilde kapağı atmış her türden sığıntının, 23 Nisanı görmezden gelip, her 24 Nisanda matem tutanların, 19 Mayıs’ı tersyüz eden Pontus müttefiklerinin bu tarihlere ilişkin beyanlarına, internet sitelerine, sosyal medya paylaşımlarına bakın.
İhaneti ve iftirayı göreceksiniz !
Av. Hüseyin Özbek