TÜRK KOVULUNCA GERİDE TÜRKİYE KALIR MI
Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme karşı verilen Milli Kurtuluş Savaşıyla ( 1919-1922 ) kurulan Türk devletinin adıdır. Emperyalizmin donatıp Küçük Asya Macerasına sürüklediği Yunan Ordusunun hezimetinin ardından toplanan Lozan Konferansı’nda Atatürk’ün tabiriyle asırlık hesaplar görüldü. Çetin müzakerelerden sonra bağımsızlığımızın uluslar arası hukuk tescili olan Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı.
Başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Kurtuluşun önderleri, kurulacak rejimin ve devletin, gelecekte yeniden çöküş dönemi Osmanlısının durumuna düşmemesi için titiz davrandılar. Milli ekonomi ve sermayeye, milli orduya, milli bürokrasiye, milli eğitime, çağdaş ölçütlerde milli hukuka sahip bir devlet tasarımı bu düşüncenin ürünüdür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet, üniter yapı temelindeki siyasal mimarisinin zaafa uğramaması, kuruluş felsefesinden sapmamasının teminatı, yeni kuşaklara verilecek olan çağdaş, bilimsel, gelişmelere açık bir milli eğitim politikasıyla mümkün olabilirdi. Bunun için eğitim öğretimden sorumlu bakanlığın adı Milli Eğitim Bakanlığı olmuştur !
Yukarıda anlatılanlar yakın geçmişin, yaşananlar ise bu günün gerçekliğidir. Osmanlı İmparatorluğunun tasfiye projesinin adı Şark Meselesi ( Doğu Sorunu ) idi. Günümüz emperyalizminin ülkemizi de kapsayan bölgesel tasarımı ise Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılmaktadır. Irak’ta, Libya’da yaşananlar, Suriye’de ise yaşanmakta olanlar bu kanlı projenin sahaya uygulanmasından başka bir şey değildir.
BOP’ un önündeki en büyük bölgesel engel ulus devlet, üniter yapı kurgulu Türkiye Cumhuriyeti olarak görülmektedir. Emperyalizm açısından Irak, Libya ve Suriye’den daha dişli, daha çetin bir hasım olarak görüldüğü için Türkiye’ye yönelik tasfiye projesi diğerlerinden farklı özellikler arz etmektedir.
Türkiye’nin tasfiyesindeki yöntem farklılığının en temel karakteristiği, devletin temel dinamiklerini çökertecek, bağışıklık sistemini tümüyle devre dışı bırakacak bir algı mühendisliğinin, çok etkili bir psikolojik harekatın aynı merkezden yürütülmekte oluşudur. Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk vs. davalarının temelinde, ulus devletin, üniter yapının teminatı, kirişleri, kolonları olan milli kurumların hukuk ve yargı üzerinden tasfiyesi düşüncesi vardır.
Türkiye’nin varlığının, bekasının teminatı olan kurumların itibarsızlaştırılması, çökertilmesi, arkalarındaki kamuoyu güveninin yok edilmesi için Türkiye özelinde paralel yargı ve hukuk silahı devreye sokulmuştur. Örselenen, özgüveni ve kamuoyundaki olumlu algısı zedelenen Türk Silahlı Kuvvetlerinin, kışlasında bozguna uğratılması ve karargahta teslim alınması projesinin belli oranda başarılı olduğu kabul edilmelidir.
Yine Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodları ile uyumlu, meslek mensuplarının tümünü kapsayıcı ve kucaklayıcı, meslek disiplininin temini anlamında demokratik merkeziyetçi yapıda üyelik zorunluluğuna sahip meslek örgütlerinin dağıtılmak istenmesi aynı stratejinin uygulanmasıyla ilgilidir.
Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyinin, Afrin harekatına ilişkin basın açıklaması, birileri için altın vuruş fırsatı yaratmış görünmektedir. Türkiye Barolar Birliği’nden Türkiye ibaresinin, Türk Tabipler Birliği üzerinden Türk adının çıkarılması, Türkiye’nin hukuk meşruiyetine dayalı olarak yürüttüğü Afrin Harekatının yükselttiği milli tansiyon düşmeden gerçekleştirilmek istenmesine dikkat edilmelidir.
Kuruluşu ve işleyişi kanunla düzenlenmiş olan meslek örgütlerinin, kuruluş ve düzenleniş yasalarına ve mevzuatını uygun olarak kullandıkları Türk ve Türkiye ibaresinin kaldırılması düşüncesi, bu meslek örgütlerinin yönetim yapısından öte, kurumsallıklarının hedef alındığını göstermektedir.
Meslek örgütlerine üye zorunluluğunun kaldırılmasının kaçınılmaz sonucu, her türlü cemaat, tarikat, alt kimlikler ve etnisite temelli gettolaşmanın önünü açacak olmasıdır.Türkiye’nin kuruluş felsefesine aykırı olarak kurgulanan bu girişim, etnik ve mezhepsel ayrışma, postmodern feodal döneme ve post modern Ortaçağ’a dönüş anlamına gelmektedir.
Meslek örgütleri siyasal, etnik, dinsel, mezhepsel, bölgesel olarak paramparça edilmiş bir Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü nasıl sağlanabilecektir ? Yoksa gerçek amaç Türkiye’yi yeniden Fetret Devrine döndürmek ve nihayetinde parçalamak mıdır?
Yoksa, kurumlardan, kuruluşlardan, antlardan, marşlardan, kitaplardan, kütüphanelerden Türk ve Türklüğün tasfiyesinin ardından ölümcül son darbenin Türkiye’ye indirilmesi mi düşünülmektedir !
Avukat Hüseyin Özbek