GÜL DESTİ GÜLÜM DESTİ
Ertesi gün yapılacaklar akşamdan belli olurdu. Tarla tapan yetişkinlerin, sığır uşakların işiydi. Sabah çiği kalkmadan ahırdan salınan sığırlar evin eli değnek tutan küçüğünün önüne katılırdı. Şehirli birden buçuktan köylü danadan biçikten diye boşuna dememişler. Köylünün aşı ekmeği, varı yoğu oğul uşağa emanet edilen bu mallardı. Azık poğu beline çalınan uşak, konu komşunun ekinine, bostanına uzanmadan, kurda kuşa kaptırmadan sığırı iyi gütmesi tembihiyle esenlenirdi.
O gün sığırın hangi gezekte yayılacağı akşamdan kararlaştırılırdı. Köyün yaslandığı güney geçe yukarılara, yaylaya kadar uzanırdı. Kuzey geçenin gezeği yokuş aşağı Ilgaz Çayına inerdi. Doğuda Sınırdere Başköy’le, batıda Ağarus Özbel Köyü ile sınırı çizerdi. Gezeklerin süt verimi mevsimlere göre farklılık gösterir, sığırın salınacağı yön buna göre belirlenirdi.
Evin ilk kalkanı her zaman analardır. Ocağı yakıp, bucağı toplar, ahırda inekleri kömüşleri sağıp, buzağıları, malakları pinden çıkarıp memeye salarken yukarıdakiler döşekte iğdiş keyfi yapar. Çorba salınıp süt süzülür, yaygı serilip sofra kurulurken sabah güneşinin vurduğu yer yatağı, kalk artık dercesine üzerindekini silkelemeye başlar. Hane sahiplerinin hakkını çalmaca, yavrusununkini ağzına cömertçe indiriveren sağımlıklar ayaklarını sabırsızca dam döşeğine yere vurup meleyerek mera vaktini yukarıya hatırlatır.
Çaydan yana gitmek sığırların olmasa da istisnasız bütün uşakların bayramıydı. Er öğlenden başlayıp ikindiye kadar Ilgaz çayında yunmanın keyfi her şeye değerdi. Sınırdere, Ağarus gönülsüz gittiğimiz yönlerdi. Beri geçede bizim köyün, karşı geçede komşu köyün ekili tarlalarıyla doluydu. Ekin arasında sığır gütmek zordu. Sığırlar ötekinin ekinine berikinin bostanına uzanmasın diye güneş altında ayağın durmak insanı usandırırdı.
Birkaç hanenin sığırının birlikte güdülmesine keşik denir. Uşağı uşağa, sığırı keşiğe katın derler. Gerçekten sığır keşiğinde başlayan yoldaşlık ömür boyu sürecek dostluğun ilk adımıdır. Bir çeşit asker arkadaşlığıdır. Ala İneğin gezekte buzağılaması, Sakar Kömüşün boynuzunun kırılması, Sarı Dananın yardan uçması gibi ömrün ilk çeyreğinde yaşananlar son çeyreğin yaşlılık hikayelerine dönüşür.
At Söküsü Yaylasına kadar uzanan güney geçenin sığır eğleği Himmet deresinde Emin Emminin Oluğu olurdu. Ebe Kayası, Yavlu, Yurt, Himmet Deresinde yayılan keşiğin Emin Emminin oluğuna varması öğle ezanını bulurdu. Hangi yöne çıkılırsa çıkılsın sığırlar yaylımın her metrekaresini tuymuğuna bilir, otun iyisini, çayırın ağza yakışanını eliyle koymuş gibi bulurdu.
Ebe kayasından Yavluya çıkarken Su deresinden o günkü sığır sopası için yabani fındık şıvgını kesilirdi. Eğrisiz, büğrüsüz, ok gibi fındık dalı dibe yakın yerden kesilir, yan filizler, yapraklar temizlendikten sonra ölçüm başlardı:
Gül desti
Gülüm desti
Seni kim kesti
Çoban kesti
Nerede
Derede
Ne için
Değneklik için
Doğru söyle
Bir Allahın
Başı için
Çobanın el boğumuna göre söylenen tekerleme bitinceye kadar süren ölçümün sonunda ağaç ucundan kesilir, akşama kadar kullanılacak cedit yeni fındık sopası ortaya çıkardı.
Kiren sopasının işi daha uzun sürerdi. Kızılcığın sopalık şıvgını kesilir, yaprağı, çapağı yülündükten sonra yakılan çoban ateşinde özsuyunu dışa verinceye kadar kızdırılır. Soğumadan eğrisi büyrüsü tüfek namlusu gibi doğrultulur. Soğuyunca çelikleşir, eğilip bükülmez bir hal alır. Kiren sopası dayanıklı, fındık sopası gösterişlidir. Kiren sopası evladiyelik, fındık sopası gündeliktir. Kelebek misali ömrü sabahtan akşamadır. Kiren sopası gün vurdukça çifte su verilmiş gibi çelikleşir, kırda bayırda yitirilmezse babadan oğula geçer. Fındık sopası günü yedi mi kavrulur, sığıra vurdun mu kırılıverir. Yani fındık sopası bayramlık, kiren sopası seyranlıktır.Uşaklar fındık sopası derse de uslular kirenden şaşmaz.
Emin Emminin oluğundan suyunu içen sığırlar Koca Çamın altına tembelce uzanıp ağırdan geviş getirmeye başlarken çobanlar kaba çamın gölgesinde azık poğlarını çözmeye başlar. Sabah bele sarılan poğa ne konmuşsa ortaya serilip karıştırılır. Sığırlar doğanın verdiğini, çobanlar sabahleyin poğlarına konanı paylaşırlar. Sığır keşiği azık keşiğiyle devam eder. Emin Emminin poyrasına ağzı dayayıp kanan kana içilen soğuk su çok geçmeden çobanları hiç yememişçesine acıktırır. Deneyimli çobanlar azığın hepsini yemez. İkindilik bırakır. Açgözlülük edip azığını bitirenin cezası akşama kadar günün uzununda zır aç sığır peşinde koşmaktır.
Gün ağmaya, öğlenin koyu sıcağı hafiften tavsamaya başlayınca sığırların yaylım vakti geldi demektir. Birinin ayaklanıp yayılmaya başlaması diğerlerini de harekete geçirir. Günün ikinci postası da böylece başlamış olur. Yoğun gökçeağaç ormanının ortasında adacıklar halindeki kıraç alanlara göynük denir. Vakti zamanında tarla yapmak için ormandan açılan, eskiden sürülüp ekilen kıraçlar çoktan terki dünya etmiş sahibinin adıyla anılır. Takım adalar misali Macaroğlunun göynüğünden Köse Mehmet Ağanınkine, Yusuf Ağanın göynüğünden Emin Ağanınkine derken hepsinin hatırını sorup nasibini alan keşiğin köye doğru inişi başlar.
Günün ilk yarısında yayılarak çıkılan yerlerden yayılarak iniş gün batımına kadar sürer.İlk bahardan son güze kadar gün be gün tekrarlanan sabah sığıra gidiş, akşam sığırdan dönüşe kışın ara verilir.Kışın hayvan kuruya çekilir. Gece gündüz ahırda bağdadır. Günde bir kez suya salındığında, oluğa çıkarıldığında gün yüzü görür, Bizler gibi onlar da dağın taşın özlemiyle baharı iple çekerler.
Gün iyice sarkmaya, ufuk kızarmaya, akşam yeli üşütmeye başlayınca hayvanlara bir telaş, bir hareketlilik gelir. Köye yaklaşıldığını hisseder, akşam serinliğinde son otları avurdunda kütürdetirken daha ne duruyoruz dercesine birbirleriyle ışmarlaşırlar. Sabahtan akşama kekiğinden yoncasına, korungasından kuzu kulağına bin bir çeşit otla gerilen göğüsler, süt damlayan memeler havyanı bağlasan durmaz eder. Yeni buzağılamış olanlar pinde bıraktığı yavrusunun kokusu burnuna, melemesi kulağına gelmişçesine böğürerek yola düşerler, hızlanırlar, giderek koşmaya başlarlar.
Ananın böğürüşünü, yavrunun meleyişini eşleştirip buluşturan doğanın frekansı gerçekten görülmeye değerdi. Ana sesini duyan yavru pinde duramaz olur, kanatlanıp uçmak, kapıları bacaları aşıp tez elden anaya kavuşmak için çırpınır. Sabah çıktıkları eşikten girme önceliği yavrulu sağmallarındır. Bin bir damardan ineğin, kömüşün memelerine inen doğanın nimeti bütün gün pinde anayı bekleyen yavru için Lokman Hekim ilacı yerine geçerdi.
Yavru tarifsiz bir hazla anayı emip edüklerken, bizim hakkımız olan memeleri de anamız sağmaya başlardı. Hırstan, acelecilikten memeyi şaşırıp ana karnına, bacağına toslayan yavrunun ağzını memeyle buluşturmak çok hoşuma giderdi. Havyanı huylandırmadan memeyi buzağının ağzına vermek ustalık isterdi.
Hayvan memelerini gerip acıtan sütün boşalmasıyla rahatlar, keyiften kuyruk sallamaya başlardı. Anam; “Dur benim sakarım, dur benim sökülüm” diye arada bir sağrısını okşadıkça, memelerinde ne olur ne olmaz diye sakladığı sütü de cömertçe indiriverirdi. Kovaya boşalan sütün çıkardığı cim cort cim cort sesiyle, mest edici kokusuyla kendimden geçerdim.
Aradan geçen yarım asır hiç yaşanmamış olsa. Yeniden çocukluk yıllarıma, şimdi viran olmuş hanemize dönsem. Anam beni yine erkenden kaldırıp sığıra yollasa. Azığımı er öğlenden bitirip günün uzununda aç kalsam. Akşam buzağımız anasını emer, anam ineğimizi, kömüşümüzü sağarken ben yanına çömelsem. Yavruya hak, bize helal ak sütü bir güzel koklasam. Buzağıya, malağa memeyi tekrar buluversem. Çocukluğumun o doyumsuz sağım ninnisini tekrar tekrar dinlesem.
Cim cort, cim cort…
Av. Hüseyin Özbek - 8 Temmuz 2016