BENİ BURAYA GÖMÜN OĞLUM ÜŞÜR
Rahmine düşen evlatla birlikte 9 ay 10 gün tek bedende iki can taşır ana. Gün güne ulandıkça canından can, kanından kan verdiği büyür içerde. Gelecek olanın muştusudur an be an büyüyen karın. Kem azarın, kem nazarın uzanamadığı korunaklı dünyadan fani dünyaya tek adımlık yolculuk az gittik uz gittik misali aylar sürer. Konuğuyla hane sahibinin başkasının anlamayacağı bir dille halleşmesiyle geçer zaman. Her tekmesi, her dönüşü kalemsiz kağıtsız sevgi mektubu, ana ben buradayım çığlığıdır içeriden. Konuk gelen eve kut gelir demiş atalar. Ocakta köz söylenecek söz bitince başköşeden doğrulan konuğu kapıya kadar uğurlar ev sahibi. Ananın hane sahipliği dersen ömür boyudur. İçerdeki konuğu ilk haneden uğurlayıp ikincisine, ömür boyu konaklayacağı başköşeye, sıcacık sinesine buyur eder.
Gün tamam olup dünyaya göz açtığında verildiği kucağın ten kokusunu, ter kokusunu bir daha unutamaz bebe. Ana sütünün, ana teninin, ana terinin doyumsuz kokusu yaşam boyu bir özlem iksiri gibi burnunda tüter. Ömür boyu sürecek koklaşmada ananın kısmetine düşense içerdeyken duyumsadığı insanı hazdan mest eden evlat kokusudur.
Mustafa, Kısmet Ananın peş peşe gelen 6 kısmetinden ilki olarak dünyaya göz açtığında da aynısı oldu. Yaradan’ın kısmetini kundaklayıp verdiklerinde sinesine basıp bir iyice kokladı. Ömür boyu unutamayacağı, milyonların içinde gözü kapalı bulacağı oğul kokusunu hazla içine çekti.
At ayağı çabuk ozan dili çevik olur demiş Korkut Ata. Mustafa’yı ana sinesinde bırakıp biz haberi babadan verelim. Artvin’in el atsan bulutlara değecek Şavşat yaylasının çocuğu Adnan Turanlı da ekmeğin peşinden gurbeti mesken edenlerden oldu. Polisliği seçti. Yüce Tanrının karşısına çıkardığı Kısmet’ i kısmet bilip nikahı kıydı. İki canla başlayıp, yıl yıla ulandıkça kervana katılan 6 evlatlık göç katarıyla ilden ile konup göçerken yel gibi geçti zaman. Gençlik baharım, memuriyet yazım, emeklilik sonbaharım deyip dilekçesini verdi. Sivilleri çekip üniformayı naftalinlerken teni yüzülürmüşçesine tarifsiz bir acı duydu. Çoluk çocuğa görünmeden arada bir gardırobun dibindeki beylik elbiseye dokunup okşaması bu güne kadar oğul uşaktan gizlediği tek sırrı oldu.
Toroslar kadimden beri Yörük yaylağıdır. Baharda çıktıkları yaylalardan ilk kırağı düşüp kış ayağını uzatırken Çukurova’ya inerler. Turanlıların ki de Yörük işi gibi oldu. O il senin bu bel benim konup göçmenin encamında son eğleğimiz burası deyip Adana’yı seçtiler. Bundan sonra konup göçenin, il gezenin dönüp geleceği yer burası olsun deyip yurtluk edindiler. Kalan ömür huzur içinde geçsin dileğiyle Çukurova ilçesi Huzur Mahallesi dediler.
Toroslarda, Çukurda atının ayağının değmediği yer kalmayan Karacaoğlan; “Yiğit yiğide yad olmaz, iyilerde ham süt olmaz” der. Biz ana sinesinde bıraktığımız Mustafa’ya dönelim. Kısmet ananın helal sütüyle serpilip levent endam bir yiğit olan Mustafa da baba mesleği deyip polisliği seçti. Özel harekatçı oldu. Karakolun yüzü soğuk olur denir. Mustafa sıcak yüzünü gösterdi yolu düşenlere.
Kaderin sillesini yemişlere bir sille de bizden olsun demedi. Kiminin karnını doyurdu, kiminin ardında durdu. Diyarbakırlı Müslim gibi kimilerine de ayağından çıkarıp postalını verdi. Ele verileni el bilir, başkasına söylenmez. Söylenirse tek anaya söylenir. Kola kucağa sığmayan Mıstığını kundak bebesi gibi sevip koklarken laf çalımında ağzından aldı bir keresinde. Ver elli bir evlat bağışlayan Tanrıya el açıp şükretti Kısmet Turanlı.
Dünyada mekan ahirette iman demişler. Polis babanın emekli ikramiyesi yetmedi. Mustafa, siz güle güle oturun bana yeter deyip bankada bir tomar kağıdın altına bastı imzayı. Yıllarca maaşından kesilecek borç yükünün altına girerken tek dileği oldu bacısından. Anam atam otursun da varsın hiç görmemiş olayım dediği evin içinden dışından resmini istedi.
Mustafa’nın baş göz olmasını ter geçelim. Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır deyip Mustafa’yı Ayşe Öğretmenle tez elden nikahlayıp yuvadan uçurdular. Birlikte yürüyecekleri uzun gurbet yolculuğuna duayla uğurladılar. Diyarbakır’dan sonra kim bilir daha kaç il, kaç karakol gezecekti babası gibi üniformayı naftalinleyip kaldırıncaya kadar.
Huzurevlerindeki huzurlu yuvadaki 3 yıldır sarılıp sinesine yatamadığı anasının, elini öpemediği babasının yan yana resimleri derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi aşıp Diyarbakır’ı buldu. Başköşeden kendisine gel gelen eden Kısmet Ananın, Adnan babanın arasındaymış gibi bir duyguya kapıldı bakarken. Bir dünya üstüne gelse kendisini koruyacak ana kucağının, baba gölgesinin verdiği güven duygusunun tarifsiz sarhoşluğu uzun süre devam etti.
Huzurlu evdeki huzursuzluk PKK’nın son dönem saldırılarıyla başladı. Bölücü örgütün saldırılarıyla verilen her şehitte içine bir köz düştü Kısmet Ananın. Oğul yitirmiş ana acısını duydu. Al bayraklı her tabutla acı daha da büyüdü. İçinde Diyarbakır geçen her kelimenin ardından Mustafa Turanlı adını beklemeye başladı. İçini oyan, gece uykularına ket vuran endişesini komşularıyla da paylaştı. Mustafa’sının kara haberinden 2 gece önce rüyasında evlerinin yıkılıp yere geçtiğini görünce; “gitti oğul, gitti kuzum” diye dövünmeye başladı.
Kara haber tez ulaşır. Mustafa’nın ata yurdu Şavşat’ın Yazı Köyünde verilen salasının ardından amcalar, yeğenler durmak olmaz deyip ülkenin kuzeyinden güneyine Anka kuşu misali uçtular. Şehidin salından tutmaya yetiştiler. Dileyip gidemeyen tekmil Yavuzköylüler de al bayraklar elde Şavşat’a kadar yürüdüler.
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde hendek kazıp yol kesen katillerin 6 Eylül 2015 günü attıkları pusu Kısmet Ana’nın öpmeye koklamaya kıyamadığı ilk kısmetinin yanında bir can daha aldı. Kayseri’ li Muzaffer Can Ersoy kalleş tuzağının ikinci şehidi oldu. Sur’da, Cizre’de, Silvan’daki hendeklere vurulan kazmaların saplarının Avrupa’ya, Atlantik ötesine kadar uzandığını Kısmet Ana nereden bilsin? Oğlunun canını aldıranların Türk milletinin toptan gömüleceği derin hendeği kazmadan geri durmamaya yeminli olduklarını kısmetsiz analara kim söyleyecek? Mustafa’nın kanlılarının, geçen yüzyılda Basra’da, Bağdat’ta, Musul’da, Sina’da, Şam’da bıraktığımız Mustafaların da kanlıları olduğunu kim deyiverecek? İslam Peygamberiyle müşriklerin Hendek Savaşı’ndan daha zorlusunun Mehmetlere kurulduğunu hangi babayiğit ortaya döküverecek?
Hasılı kelam Mustafa’nın kaderinde sağlığında göremediği baba ocağına al bayraklı tabutla helallik almaya gelmek varmış. Turanlı ailesi salasını duyanın uzaktan yakından akın ettiği hanelerinin kapısında karşıladılar ilk göz ağrılarını. Kat be kat helal ettiler kendilerinden yana ne varsa. Kısmet ana seslendi tabuttaki oğulcuğuna; “ Mustafam evi merak ediyordun, gelip göremedin. Yavrum şimdi gel gör. Üç senedir seni hiç göremedim. Bir kere göğsüme yataydın. Bir kerecik daha kokunu duyaydım kuzum!”
Bacısı Gül Turanlı, Ayrılmak istemedi bir türlü tabutta yatandan. Kabullenmek istemedi, konduramadı ağabeyine ölümü. Son bir umutla teselli etmeye çalışan polislere yalvardı tabutun başında; “Bakın, belki nefes alıyordur, belki o değildir.”
Birlikte yaşanacak uzun yıllara dair karşılıklı verilen sözlerin, kendilerinden başkasının bilemeyeceği masum sırların ortağı Ayşe Turanlı son yolculukta da yalnız bırakmadı eşini. Daha doğmamış çocukların, yaşanmamış anıların, görülmemiş, gidilmemiş yerlerin önüne kazılan hendeğin birbirinden ayırdığı çiftin Buruk mezarlığına kadar süren yolculuğun bitiminde tutamadı kendini; “Mustafa’mı aldılar, sana nasıl kıydılar, seni yerin orası mı? ” sözleriyle ağıta başladı.
Evladı ilk gören de son gören de anadır. Ana karnı yana karnı diye boşuna dememişler. Türkiye’yi Kars’tan İskenderun Körfezine uzanacak kanlı hendekte boğmanın sinsi hesabını yapanların kıydıkları oğlun acısı gün be gün büyüyecek, daha derine işleyecek. Yitirdikleri evladın teninin, terinin kokusunu duyumsayacaklar her an. Gündüz hayallerinde gece düşlerinde karnında, kucağında gibi sıcaklığını hissedecekler yitip giden evlatların.
Kısmet Ana Buruk Şehitliğinde üzeri topraklanıp al bayrakla örtülen oğul mezarının başına usulca çömeldi. Mustafa’nın toprağını avuçlarına alıp bir iyice kokladı. Aşağıdaki oğuldan bir ses, bir nefes, bir koku bekledi besbelli. Mustafa’sını içine alıp gizleyen, gittikçe soğuyan kara toprağı ısıtmak istedi bir an. Küreklerindeki son toprakları sıyıran mezarcılara, çevredekilere yalvardı kısık sesiyle; “Beni buraya gömün, oğlum üşür. “
Beni burada bıraksalar oğlumla koyun koyuna diye geçirdi içinden. Sarıp sarmalasam eski günlerdeki gibi. Ana oğul kıyamete kadar koyun koyuna yatsak, Mustafa’m da hiç üşümese, mahşere kadar oğul kokusuyla mest olsam diye düşündü. Olmayacağını bilse de yanına uzanıvereceği oğulcuğuyla gece gökyüzünü, gündüz yeryüzünü seyranla geçecek ikinci bir yaşam diledi Tanrıdan.