ŞAM’DA CUMA NAMAZINDAN ANKARA’DA CENAZE NAMAZINA
Densiz müşteri koltuğuna kurulduğu berbere sorar; “ Saçım ak mı kara mı ? ” Usta, makasının hızını kesmeden cevabı yapıştırır: “ Önüne düşünce görürsün. “ Ahir zaman allamesinin stratejik derinliğinin stratejik divanelikten başka bir şey olmadığının anlaşılması berber tıraşı kadar da sürmedi.
Esad’ ı alaşağı edip Cumayı Emeviye Camisi’nde kılmayı düşleyenler şimdi Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti’nin cenaze namazına hazırlanıyorlar! Vatansız sermayenin üfürmesiyle, karada yüzdürülüp, havada uçurulan AKP iktidarının ülkeyi düşürdüğü stratejik çukura dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bu coğrafyada tarihin akıl süzgecinden geçirilen 1000 yıllık millet gerçeği esas alınmıştır. Osmanlı parçalanıp mülkü pay edilirken Türkler için birincil amaç son sığınak Anadolu’nun elde tutulmasıydı. Bu ölüm kalım hengamesinde dışarıda kalanların kaderi İngiliz imalatı yapay devletçiklerin uyrukluğu oldu. Sınır ötesinin mazlum ve mağdurları olan kadersizler gözden ırak olsalar da gönül defterinden hiçbir zaman silinmediler. Ortak geçmişin yadigarları olarak devlet hafızasına kaydedildiler.
Türkiye’nin iktidarlara göre değişmeyen devlet politikası, komşu ülkelerde yaşayan milletdaşların kimliklerini yitirmeden o ülkelerin özgür, eşit yurttaşları olarak, güven içinde yaşamalarını temin etmek oldu. Kültür politikası da tarihten gelen ortak paydaların geleceğe taşınması, kolektif hafızanın devamını sağlayacak doğrultuda belirlenmiştir. Irak Türkmenlerinin kadim coğrafyası Kerkük, Musul, Erbil havzasındaki varlıklarının devamı arzulanmıştır. Fuzuli gibi büyük ozanlara ruh veren kültürel iklimin yaşatılması, demografik yoğunluğun muhafazası düşünülmüştür. Bayatlar, Bayır Bucaklar başta olmak üzere, Halep’te, Rakka’da Suriye sınırının ötesindeki yoğun Türkmen varlığının korunması Türkiye’nin güvenliğinin yanında Hatay’ın geleceği için elzem görülmüştür.
Komşularla karşılıklı güven, iç işlerine karışmama, sınırlara saygı temelinde dışarıdaki Türk varlığının yaşatılmasını esas alan devlet politikasından bahsediyoruz. Milli sermaye, milli bürokrasi, milli ordu, milli yargısı olan, ulus devlet ve üniter yapıyı esas alan mazinin Cumhuriyet denklemini orada bırakıp sözü günümüze getirmenin zamanıdır.
Ülkenin kurtuluş ve kuruluşunda hasım tarafta yer alan, işgal işbirlikçisi, teslimiyetçi, ulus bilincinden yoksun bir anlayışın manevi mirasçılarının devleti fethetmiş olması bugünün gerçekliğidir! Cumhuriyet’in kuruluş kodlarına, ekonomik, sosyal tercihlerine, uygarlık ve çağdaşlaşma açılımlarına itirazı olanların devleti ele geçirdiklerinde neler olacaksa onlar yaşanmaktadır! Dış dinamiğin yanında içerdeki vatansız sermaye, bayraksız sol, siyasal Kürtçü ittifakının desteği sayesinde devletin tasfiyesi sanılandan daha kolay gerçekleştirilmektedir.
Bölgenin, sistemin enerjiye konmasına yönelik yeniden tanziminin sihirli sözcüğü demokratikleşme, her etnisiteye, her inanca özgürlük masalıdır! Bölgedeki ulus devletlerin güçsüzleştirilmesi, giderek parçalanmasının en etkili yöntemi olarak etnik ve mezhepsel ayrışma ve kalkışmalar teşvik edilmektedir. Siyasi iktidar, geçirdiği stratejik cinnet nedeniyle eli kulağındaki kalkışmayı, siyasi sınırlarımızın daralmasına yol açacak felaketi okumaktan acizdir. Cumhuriyet’e vurdukları her kazmanın, devletin temel kurumlarına indirdikleri her balyozun ardından gelen alkış yağmurundan başı dönen yıkım ekibi ,gelinen aşamada ihaneti ibadet olarak algılayacak bir ruh hali içindedir.
İktidarın Suriye politikası; uluslar arası ilişkilerden, dünya dengelerinden bihaber, devlet hafızasını çöpe atmış, Kısas-ı Enbiyanın, medrese tevatürünün, Cumhuriyet karşıtlığının dışında modern dünyaya ilişkin en ufak bilgi kırıntısına sahip olmayan bir anlayışın içler acısı fotoğrafı olarak karşımızdadır. Batının bölgenin kanserojen uru Kürdistan projesini açılım ninnisiyle her derde deva Lokman hekim ilacı olarak millete yutturanların foyasının anlaşılacağı günler yakındır.
Türkiye’nin milli bütünlüğünün, siyasi coğrafyasının bölünmezliğinin sistem için önemsizleştiği bir süreçte bölücü örgüt, Kurt dumanlı havayı sever misali herkesin gözü önünde kitlesel kent ayaklanmaları için son hazırlıklarını yapmaktadır. Uluslar arası sistemin siyasal İslamcı fanatizme ve İŞİD’e karşı bölgede batının güvenilir müttefikinin Kürtler olduğu propagandası, eli kulağındaki PKK kalkışmasının meşruiyet pazarlaması olarak okunmalıdır.
Yeni Osmanlıcı stratejik cinnetin Türkiye’yi getirdiği nokta tam anlamıyla faciadır. Büyük Selçuklu’nun, Osmanlı’nın yadigarı Irak ve Suriye Türkmenleri düne kadar Türkiye’nin demografik güvenlik şemsiyesiydiler. Bu gün 1000 yıllık yurtlarına iktidarın açılım muhataplarınca el konulmakta, evinden ocağından sürülüp Arap çöllerinin ölüm yolculuğuna çıkarılmaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanlık koltuğundaki strateji dehanın seçim arifesindeki Süleyman Şah tuluatını hatırlayalım. Devletler hukukuna aykırı biçimde mezar nakledilmiş, bir süre sonra da Süleyman Şah’ın yeni kabrini kaçak ziyareti Suriye’nin fethi gibi pazarlanmıştı.
Yalanın ömrü sabah çiği misali kısadır. Yalanın ardındaki yalın gerçeği görelim: Türkiye, Iğdır’ dan İskenderun’a kadar Büyük Kürdistan’ın ateşten çemberiyle kuşatılırken, Osmanlı’nın kurucu atası Süleyman Şah sanal alemde TRT dizisi, gerçek yaşamda ise PKK elinde tutsaktır!
Av. Hüseyin Özbek - 17 Haziran 2015