Cumhuriyet, stratejik tercihtir
29 Ekim 2020 Cumhuriyet - Av. Hüseyin ÖZBEK
29 Ekim 1923, stratejik bir tercihin simgesel tarihidir. Kurtuluştan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Üniter yapının, ulus devletin esas alınması tarihin diyalektiğinin dayattığı bir zorunluluktu.
Hasta adamın başına gelenlerin gelecekte tekrar yaşanmaması için ekonomisiyle, bürokrasisiyle, yargısıyla, ordusuyla, eğitim kurumlarıyla milli bir devlet inşa edilecekti. 29 Ekim 1923, çağdaşlığı ve çağdaş kurumları esas alan bir devlet mimarisinin ilk adımıydı. Bu simgesel ilk adımı, hilafetin kaldırılması, hukuki düzenlemeler, yargı kurumsallığı, kuvvetler ayrılığına evrilecek parlamenter sistem, laikliğin anayasal metin haline getirilmesi ve diğerleri izleyecektir.
Batı, Kurtuluş Savaşı zaferinin yarattığı özgüvenin dışında, sanayisi olmayan, ekonomisi zayıf, tarımsal üretimi iç pazara anca yeten, savaş yorgunu Türklerin kısa zamanda pes edeceği beklentisi içindedir. Türkler, bir süre sonra borç için kapılarını çalacak, hasta adam Osmanlı’nın kaderini bir kez daha yaşayacaklardır!
TÜRKİYE’NİN KURULUŞ DENKLEMİ
Batı emperyalizminin beklentisi gerçekleşmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik ve siyasi bir mucize örneği olarak mazlum milletlere yol gösterecektir. Batı’nın beklentisinin boşa çıkmasının ana nedeni, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi mimarisinde yatmaktadır. Bu nedenle İslam dünyasının kurumsal ve düşünsel olarak ortaçağ karanlığından kurtulabilmesinin tek yolu Türkiye’nin kuruluş denkleminde aranmalıdır.
Aradan geçen 97 yılda dünyada ve ülkemizde yaşananlar, Türkiye’nin kuruluş mimarisinin isabeti olarak değerlendirilmelidir. Çağdaş uygarlıkla, bilimle, demokrasiyle çatışmayan, hukuk meşruiyeti temelinde bir devlet kurumsallığı, sorunlu coğrafyada var olabilmenin önkoşulu olarak kabul edilmelidir. 29 Ekim 1923 kuruluş mimarisine itirazı olan ama (o dönem) engelleyecek gücü bulunmayan bir anlayış, bir akım her zaman var olageldi. Modern dünyada iddia sahibi bir model yerine, bilim ve gerçeklik dışı bir ortaçağ fantezisinin uygulanması halinde devlet krizinin çok ötesine geçecek bir yıkım kaçınılmazdır.
Söylem olarak kaldığında bilinç bulandırmaktan öte anlamı olmayan bu anlayışın devlete hâkim olması durumunda yol açacağı sorunların, önümüze koyacağı faturanın boyutları gerçekten ürkütücüdür. Cumhuriyet karşıtlarınca geliştirilen, Türkiye’nin hilafeti kaldırmasıyla İslam dünyasındaki itibarını ve öncülüğünü kaybettiği söyleminin bilimselliği ve gerçekliği olmayan bir kahvehane tevatürü olduğunun kanıtı son dönemde yaşananlardır. Türkiye, kuruluş felsefesinden sapmalar gösterdikçe, reel politikte hiçbir karşılığı olmayan İslam dünyasının liderliği iddiasıyla adımlar attıkça, yöneldiği coğrafyada itibar ve güven kaybetmekte ve yalnızlaşmaktadır.
Türkiye, başlangıcı ve bitimi belirsiz; yıkımı korkunç, postmodern 3. Dünya Savaşı’nın dışında kalmak istiyorsa, kurucu iradenin belirlediği yol haritasına sıkı sıkıya sarılmak zorundadır. Türkiye, Atatürk başta olmak üzere kurucu babaların çizdiği rotadan sapılması halinde, kaos coğrafyası Ortadoğu’nun türbülansında parçalanmaya doğru sürükleneceğini görmelidir. Türkiye, demir taramış, dümeni kilitlenmiş, açığa sürüklenen pusulasız bir gemi olarak resmedilmenin sonraki adımlarını düşünmelidir. Türkiye, devlet aklı ve devlet kurumsallığı yerine, bireysel heves ve gündelik davranışlarla yönetilen tipik bir Ortadoğu devleti görüntüsü vermekten kaçınmalıdır. Türkiye, dünyada ve bölgesinde varlığını ve iddiasını sürdürebilmesinin, komşularıyla ulusal çıkarlarından ödün vermeden barış içinde yaşayabilmesinin tek yolunun kuruluş değerlerinde olduğunu yeniden hatırlamalıdır. Türkiye, bireysel hevesten çok öte bir devlet aklının stratejik tercihi olan Cumhuriyetle var olabileceğinin sorumluluğu ve bilincini daima diri tutmak zorundadır.