ANAYASA’YI CUMHURİYET ÖNCESİNE GÖTÜRMEK
Bağlaşık donanmasının boğaza demirlediği 13 Kasım 1918’den itibaren İstanbul esir şehirdir. Bağlaşık güçlerince 16 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan (Osmanlı Parlamentosu) basılıp, bazı mebusların tutuklanmasıyla esaret bir üst boyuta ulaşacaktır.Milli Mücadelenin merkezi Ankara ile Saltanat ve Hilafet merkezi İstanbul arasındaki güç ve otorite yarışına kısaca değinmenin zamanıdır.
1918 - 1922 arası, esir şehrin kısa ömürlü Mütareke Hükümetleri ( Bab-ı Ali ) birbirini izlemektedir. Erzurum-Sivas Kongrelerini engelleme, kurtuluşun meşruiyet kaynağı TBMM’yi kökleşmeden boğma girişimleri, Mütareke döneminin Damat Ferit hükümetlerinden gelecektir. Ankara, bu süreçte taktik olarak, İngiliz vesayetini kabullenmiş halife sultanı doğrudan hedef almamakta, bütün eleştiri oklarını Damat Ferit’e yönelmektedir.
Sivas Kongresinde, manda ve himaye reddedilmiş, tam bağımsızlık ilkesi kabul edilmiştir. Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri birleştirilerek, yerel/bölgesel kurtuluş örgütleri merkezi yapıya (ARMHC) kavuşturulmuş, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde Milli Mücadelenin yürütme organı Heyeti Temsiliye oluşturulmuştur. Heyeti Temsiliye, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin çalışmaya başlamasına kadar, Milli Mücadele’nin merkezi örgütü işlevini sürdürecektir.
23 Nisan 1920 sonrası, Milli Mücadelenin meşruiyet organı TBMM’nin faaliyete geçmesiyle, Heyet-i Temsiliye’ nin misyonu sona erecek, Milli İradenin temsil organı TBMM, tek belirleyici olacaktır. Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü koşullarında, yasama ve yürütmenin iç içe geçtiği, meclis hükümeti sistemi söz konusudur. Mustafa Kemal, TBMM’nin Reis Paşası olarak çok daha ağır ve önemli sorumluluklar üstlenmiştir.
23 Nisan 1920 sonrası, Bab-ı Ali ile TBMM arasında iyice artan güç ve otorite mücadelesinin galibi Ankara olacaktır. Hilafet ve saltanat makamının desteğine rağmen, Mütareke Hükümetlerinin Anadolu’daki askeri ve mülki nüfuzu neredeyse sıfırlanmıştır.1876 tarihli Kanun-i Esasi ( Anayasa ) İstanbul ve Ankara açısından yürürlüktedir. O halde böyle bir süreçte, Anayasa olarak adlandırılmayan fakat Anayasa olarak nitelenen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu niçin gündeme gelmiştir? 20 Ocak 1921 tarihli, 23 maddelik Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Ankara’nın/TBMM’nin, yasama-yürütme-yargısal faaliyetlerinin, adı ilan edilmemiş yeni devletin ülkede ve uluslararası ilişkilerde meşruiyetini sağlayacak temel metin olarak düşünülmüştür.
Milli Mücadele’nin yasama ve yürütme organlarının her türlü faaliyeti, mülki ve askeri işleyiş, adı ilan edilmemiş devletin işlevlerini gerçekleştirebilmesi için ihtiyaç duyulan hukuk meşruiyeti ve yasallık 1921 Anayasası ile sağlanacaktır. Diğer yandan yukarıda değinildiği üzere 1876 Anayasası yürürlükten kaldırılmamıştır. Keza saltanat ve hilafet halen varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle kimi çevrelerin, 1921 Anayasasına sarılmaları, “Yeni ve Sivil Anayasa” için referans göstermelerinin arka planı üzerinde iyi düşünülmelidir.
Saltanat ve hilafetin varlığını sürdürdüğü, Cumhuriyet’in ilan edilmediği döneme sabitlenip, 29 Ekim 1923 eşiğini geçmemek, Çağdaş Türkiye’nin temel hukuk dayanağı 1924 Anayasasını yok saymak olarak özetlenebilecek, sivil/darbe karşıtı (!) Anayasa kampanyasının asıl amacı nedir mi diyorsunuz?
Ulus devlet üniter yapı temelli devlet/rejim mimarisini ortadan kaldırma amaçlı takunya darbesine meşruiyet kazandıracak yeni/sivil Anayasa ile Cumhuriyet öncesine dönebilmenin yolunu açmak !
Av. Hüseyin Özbek